Vedat Kan

Tarih: 01.11.2023 11:34

Sahipsiz memleket 4 

Facebook Twitter Linked-in

Sahipsiz memleket 4         

“Sahipsiz memleket” her ne kadar basit bir cümle olarak beynimize kazınsa da, içerik bakımından, mana ve derinlik bakımından da çok su kaldıracak ifadeler çıkarabiliriz. Kendi menfaatlerimizin zıddına oluşan her durumda kullandığımız bu kavram aslında temelinde inkârcılığı, iftirayı ve hatta asıl riyakârlığı bize dayatmaktadır. Farkına varmadan iğrenç olarak nitelendirdiğimiz bu sıfatları bir kelime ile bilinçaltımızda boynumuza asmış bulunmaktayız. Hem de kim veya kimler tarafından bize yamalandığını bilmediğimiz bir şekilde. 

Şimdi aynaya baktığımız ve “sahapsız şehir” diye nitelendirdiğimiz zaman, ortaya şu sonuç çıkmaktadır. Bu şehirde asırlardır kimseler her hangi bir çalışma yapmamış. Asırlardır bu şehir kendi ayaklarının üzerinde, kendi çabaları ile halkının çalışmaları doğrultusunda bu günlere gelmiştir. Bırakın asırları son yüz yıl içerisinde bu şehirde yaşanan bütün olumsuzlukların tek müsebbibi sahipsiz oluşumuzdan kaynaklanmaktadır diye düşünmekteyiz. 

Peki, olumlu gelişmelere ne oldu, onları da yine kendi başımıza mı yaptık? Kimselerin yardımı olmadan, kimselerin eli değmeden mi?

Etmeyin eylemeyin, Allah aşkına biraz insaf, bırakın yüz yıl öncesinde olanları, son yüz yılda yaşayan ve bu şehre bu şehrin insanına hizmet etmiş onlarca insanımızın emeğini-hakkını inkâr etmeyin, “sahipsiz memleket” diyerek iftira atmayın. Sırf kendi menfaatlerimiz olmadığı için de bu söylemde bulunup ta riyakâr olmayalım. Yolunuz açılmadı diye, kapınızın önüne asfalt dökülmedi diye, işyerinize ayrıcalık tanınmadı diye veya hakem penaltımızı vermedi diye hemen “sahapsız” mı olduk? 

Hem, kim efendi olmuşta bize sahip çıkmış; önce onu anlayalım ki, hal ve hareketlerimize de ona göre çeki düzen verelim de birileri bizim sahibimiz olsun. 

Sahip olan bir tek “ALLAH” tır. 

Sahipsiz kalışımızı bu yönde irdeliyor isek o zaman vay halimize, bu söylemin düşüncesinde bile şirk vardır, sıkıntı vardır. Yok, eğer bu söylemi değişmeceli anlamda siyasi iktidar için, yerel yönetim kadrosu için, kurum ve kuruluşların amirleri için, özel sektör kurumsalları ve hatta anne babamız için kullanıyor isek o zaman da suç yine “bizimdir” dememiz lazım. 

Öyle ki; halk olarak bizim kullandığımız oyların neticesinde, bizi yani halkı temsile çalışan ve elindeki imkânlar doğrultusunda, bize yani halka hizmet eden bu geçici tasarruf sahiplerinin denetimi de yine bizlerin yani halkın kendi elindedir. Bunun adına demokrasi demiyor muyuz? Kendi anne ve babamızın durumu da ha keza öyle değil midir, silsile yolu ile nasıl bir şekilde yetişmiş isek o şekilde de yaşarız. O zaman kışın ortasında kar yağdığı zaman neden “yağar oğul yağar, sahapsız memleket kar da yağar dolu da” demenin mantığı nedir? Hiç düşünmeyiz ki kar yağması, yağmur yağması için kurban kesen, duaya çıkanlarımız bile vardır. Eee Nasıl olacak şimdi. Kar yağar ise “sahapsız” memleket, yağmaz ise “sahaplı” memleket mi oluyoruz.

Ortada yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğu kesin. Bu şehrin problemlerinin kat be kat artarak çoğaldığı kesin. Çözüm bekleyen, giderilmeyi bekleyen, el atılmayı bekleyen onlarca, binlerce sıkıntımız olduğu kesin. Ancak bu demek değildir ki birilerinin dediği gibi veya bizlere aşılamaya çalıştıkları gibi “sahapsızlığımızın” sebebi olsun. 

İnanın bu kusur bizim. Yapmaya çalıştığımız bütün işlerimizde başarıyı kendimize, başarısızlığı da yanımızda bulunan her hangi birine mal ettiğimiz sürece, doğruları kendimize yanlışları başkalarına isnat etmeye çalıştığımız sürece, faydaları kendimize zararları başkalarına tanzim ettirmeye çalıştığımız sürece zaten sahipsizliğimiz ortaya çıkacaktır. Yalnızlaşacak, her konuda olduğu gibi tek başımıza kalmış olacağız. Kimseler olmayacak yanı başımızda çünkü tek adam olma, söz sahibi olma ve göz önünde bulunma hasletlerinin tohumunu çoktan yeşertmiş olduk bir kere.

Bunu bizlere aşılayanlar daima içimizde, daima bizimle beraber nefes almaktadırlar. Aynı sofrada ekmek paylaşıp, aynı caddede omuz omuza yürümektedirler. Şu koyunu çalan, oturup afiyetle yiyen ve çoban ile beraber ağlayarak arayan misali. 

Yolunda gitmeyen bütün işlerin sorumlusu olarak aynaya bakmamız yeterli olacaktır. Bize hizmet ile mükellef olanların çalışmaması bizim eksikliğimizdir. Son on yıla kadar adı duyulmamış bazı yörelerin bu gün ülkemizin sayılı yerler olmasında ki katkı yöre halkınındır. Bu konudaki karnemizin pekiyi olduğu söylenemez ama değişmemesi için her hangi bir sebepte göremiyorum. Daha düne kadar siyaset gözünde “başkente giden heyetlerin içerisinde Erzurum ve Erzurum temsilcilerinin” anında işlerinin çözümlenerek baştan savma bir şekilde gönderildiği unutulmamalıdır. İşte bunun adı “sahipsizlik” değil, menfaat çatışmasının ta kendisidir. 

Vurdumduymazlığın ta kendisidir. 

Çünkü oraya gidenlerin istediği ya bir tayin melesi olmuştur ya da bir kurum amirinin görevden alınması. 

Yaşandı bu olaylar. 

Şimdi bu tayinin Erzurum ve Erzurumluyla ne alakası var demezler mi adama? Ve hatta bu durumun “sahapsız” oluşumuzla ne alakası var. Kendi şahsi çıkarlarınız için yeter artık bu milleti kullandığınız!

Bu şehir tarih sahnesi içerisinde hiçbir zaman muhalif olmamıştır. Bu şehir tarih sahnesi içerisinde hiçbir zaman merkeze asi olmamıştır. Bu şehir tarih sahnesi içerisinde hiçbir zaman aslına ihanet etmemiştir. İhanet kelimesinin adını telaffuz dahi etmemiştir. İş bu halde iken bu şehrin ve insanının hak etmiş olduğu refah seviyesine, gelişmişlik seviyesine, hayat standartlarının artması seviyesine ulaşamaması tartışılır bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

Ve boş hayalleri, başkalarından medet ummayı bırakıp, başkalarını kendimize sahip eylemeyi bırakıp; Öncelikle kendimize sahip çıkacağız. Sahte ve yalan olanlara değil, içimizdeki “biz” olanlara sahip çıkacağız. Bu şehrin adına, menfaatine ve kalkınmasına katkı sağlayan her adıma sahip çıkacağız. Yalakalarına, sonradan gelmelerine, sonradan bulmalarına değil, bu şehrin değerlerine sahip çıkacağız. Toprağımıza, taşımıza sahip çıkacağız. Tarihimize, yarınımıza sahip çıkacağız. 

Daha sonrası gerçekten çok kolay.

Düşünsenize bu coğrafya üzerinde; üretim yapmadan, insana yatırım yapmadan, kaliteye kapı açmadan, fikirlere değer vermeden, planlı ve programlı olmadan, bilim ve sanatı rehber edinmeden bir 7000 i bırakalım 7 yıl daha yaşama şansımız bulunmamaktadır. Zaten bu hoşumuza gitmeyen nahoş saydığımız kavramları bizlere boşuna hatmettirmediler. Amaçları; bizleri bu topraklardan, bu coğrafyadan birer birer yollayarak kendileri yerleşmektir. Büyük bir sabır ve özveriyle de bu projeyi rahat bir şekilde, hem de bizim kendi halkımızın desteğini de alarak uygulamaktadırlar. Son çeyrekte bu şehirden bir şekilde göç eden, gönderilen, uzaklaştırılan, kaçırtılan, sürgün edilen, sürülen hatta ve hatta tayin yolu ile gönderilen değerlerimize bakın ve ne demek istediğimizi bir şekilde anlayın artık…   

Kimler mi? 

Çok ötelere bakmanıza gerek yok. 

Hemen yanı başımızdalar. 

Bizi ötekileştirenlere bakmamız yeterli. Bu şehrin insanına yabancı olup, bu şehrin sahibi gibi görünenlere bakmanız yeterli. Her ortamda muhakkak bulunup göz önünde olanlara, kendilerini ayrıcalıklı imtiyazlı görenlere bakmanız yeterli. Şehrin her metrekaresine kendi amaçları doğrultusunda sahiplenip, kendi iş ve amaçları doğrultusunda yine bizleri ve kanunları kullananları görmemiz yeterli, hodri meydan tapu müdürlüğü ve belediye tapu kayıtları ortada açsın söylesinler, son çeyrekte bu şehirde kimler ve nasıl bir şekilde ve hatta hatta hangi bedel ile toprak sahibi olmuştur?

Yarın artık geç olmadan “sahapsız memleket” kavramını bir tarafa bırakarak, boynu büküklüğü bir tarafa bırakarak, unutulmuşluğumuzu, ertelenişliğimizi, baştan savmalığımızı ve en önemlisi de birilerini kendimize sahip kılma huyumuzu bir kenara bırakarak gerçek DADAŞ ruhunu ortaya koyma zamanının geldiği kanaatindeyim. Bu vesile ile bu şehre emeği geçmiş, geçmekte olan insanlarımızın emeklerini de inkâr eylemeyelim. Maneviyat ehlinden, sanat ehlinden, akademi ehlinden, tacir-sanayici-tüccar ehlinden, siyaset ehlinden, sanatkâr-esnaf ehlinden, sporcusundan gönüllü kültür elçilerimize varana kadar onlarca ve hatta yüzlerce insanımız var. Bu şehre ve insanına can-ı gönülden hizmet etmiş, sevmiş, gönül vermiş insanımız var. 

Onları nasıl unuturuz da “sahapsız” oluruz. Söyleyin Allah aşkına daha bizi kim sahiplensin?


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —