Ömür dediğin üç gündür; dün geçti, yarın meçhuldür. O halde denmeli ki; ömür bir gündür, o da bu gündür. Gün bugün dakika bu dakika.
Hepimizin dilinde genellikle söylediğimiz bir cümledir ‘Üç günlük dünya canıımm, değer mi?’
Peki, kendimize ciddi anlamda bu soruyu sorabiliyor muyuz?
Ya da bu üç gün dediğimiz hayatta neleri kimler için fedâ ediyoruz?
Kimleri üzmekten, küstürmekten, hatırını kırmaktan korkuyoruz?
Bu sorulara kullar cihetiyle bakarak bir sıralama yapacak olursak; aslında kırmamamız, hatırını saymamız gerekenlerin başında anne-babamız gelmeli.
Çünkü Allah'ın (CC) 'Habîbim' dediği, kâinatı şerefine yarattığı peygamberimiz (SAV) 'Anne babanıza öf bile demeyin' buyurmuş. En başta saymamız gereken hatır onların.
Ama en önemli ayrıntıyı atlıyoruz; bizleri yaratırken vesîle kıldığı ve bize onlara şartsız merhameti emrettiği anne-babamız dahi birer kul, onları yaratan da Rabbimiz.
Ya O'nun, Yaradanın Hatırı?
Şöyle günlük hayatımıza bir bakalım; idare ettiğimiz insanlar, çektiğimiz sıkıntılar, uğraştığımız problemler, geçim derdi, çevremizdeki insanlar say say bitiremeyiz.
Bunların hepsine bir şekilde ve genellikle katlanırız. Kimine karşımızdaki bir insanın hatırı için, kimine bir menfaatimiz için, kimine mecburiyetten...
Peki, bu dünyayı ahîretimizin tarlası hükmünde kullansak ve burada ektiğimiz sıkıntı vesair ekinlerin başaklarını ebedî hayatta hasat etsek güzel olmaz mıydı?
İşte yine Rabbimizin rahmeti yetişiyor imdâdımıza; o kadar büyük ki bu merhamet, kul günlük rutininde olan ne iş yaparsa yapsın hepsini ibadet hükmünde kabul ediyor.
Ancak tek ve çok kolay bir şartla; her işe onun adıyla başlamak, her sıkıntıya onun için sabretmek, her işimizi onun hatırını gözeterek ve bu niyet ile yapmak.
Aslında bu ifadeler günlük hayatımız için de çok tanıdık değil mi?
Mesela önemli bir işimiz varsa hatırı sayılır 'dayı' mızın adını anmak, onu devreye almak, (çünkü herkes ona itibar eder!) yada eşimizin hatırına belki de hiç anlaşamadığımız ailesine sabretmek, veya kendi ailemizden biri üzülmesin diye her şeyi sîneye çekmek, işimizi veya mevkîmizi kaybetme kaygısıyla başımızdaki amirlerimizi idare etmek vs gibi..
Aslında bunlar hep birilerinin hatırına zaten yaptığımız şeyler ama…
HAKKIN HATIRI ÂLîDİR, HİÇBİR HATIRA FEDA EDİLMEZ, demiş Üstad.
Evet, Hakkın hatırı!
Keşke bu üç gün dediğimiz dünyadaki debdebelerimizin bütününü 'Hak' hatırına, Allah (CC) adına yaşayabilsek.
Hatırı sayılır dayımızın adına değil de,o 'dayı'yı işimize vesile kılanın..
Eşimizin hatırına değil de, onun hatırını bize sevdirenin..
Ailemize değil de, onları bize nasip edenin..
İşimizdeki idare edişleri patronun değilde, o işi bize nasip edenin, yani Rabbimizin hatırı âlisini düşünerek yapsak.
Veyahut ne olursa olsun, ne yaşarsak yaşayalım hiç bir hatırı Hak hatırına değişmesek.
Yapıldığını gördüğümüz, bildiğimiz haksızlıklara veya zulumlere; işimizi, itibarımızı, o çok kıymet verdiğimiz makam-mevkilerimizi, kaybetme korkusuyla ses kesmesek.
Efendimiz(SAV)' in 'Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır' hadisini hatırlasak ve çevremizde gördüğümüz haksızlıklara susarak 'dilsiz şeytan' olmasak..
Sonrada karşılığında Rabbimizin vaad ettiği o ibadet sevaplarını toplasak, yapamaz mıyız?
Pekâlâ yapabiliriz.
Hemde en ihlaslısından, yeterki niyet edelim..
' İnnemel a'malû bin niyyet' (Ameller niyetlere göredir) buyuruyor Efendimiz (SAV). Yani; yaptığımız veya yapacağımız iş niyetimize göre anlam kazanır..
"Amel" kelime manası olarak ‘iş’ manasında olsada, İslam fıkhında ‘insanın amaçlı ve gayeli yaptığı iş’ anlamında kullanılır. Amel bizim için bu dünya hayatında yaptığımız her işin bir gayesinin olması veya bize ebedi hayatta iyi-kötü karşılığının verileceği anlamını taşıyan fillerdir..
Bu açıklama ile ve hadis-i şeriften yola çıkarak; ebedî hayatımızda da karşımıza çıkacak bu dünya işlerimizi veya amellerimizi niyet ederek hayra çevirebiliriz.
Şöyle ki; zaten mecburiyetlerle veya isteyerek rutinde hatır için yaptığımız her işi Hak hatırına yapmaya niyet edersek, yapılan yanlışlıkları veya haksızlıkları, “elimizdekilerden oluruz” veya "ne derim" korkusuyla değilde; o elimizdekilerin sahibi zaten Rabbimdir korkmuyorum diyerek yapabilirsek…
Ayrıca niyet derken bu dil ile olmak zorunda da değil, kalp ile ikrar bile yeterlidir.
Çünkü bize Kâf Sûresi 16. Ayette bildirilenle biliyoruz ki; Allah (CC) şahdamarımızdan bile daha yakındır.. Sadece kalbimizle, aklımızdan geçirerek dahi niyet etsek Rabbimiz bilecek ve o niyeti kabul edecektir.
Sonucunda ise sadece niyetle, günlük rutinlerimizden olan “hatır saymalarımızla” amel-i ihlâsa ulaşabilir, zaten yapacak olduğumuz işleri sevap kazanma aracı olarak ta kullanabiliriz.
Temsîl-i misal dersek; çok kârlı bir ticaret değil mi?
Öyleyse gelin niyet edelim..
Bizde Üstadın dediği gibi 'Hakkın hatırı âlîdir, başka hiç bir hatıra fedâ edilmez' deyip, yaptığımız her işe Allah (CC) adıyla başlayalım.
Bir işimizi halletsin diye kapısını çaldığımız insanın değil de Rabbimizin onu işimize vesile kıldığının şuurunda olalım.
Hiç bir hatırı bizi yoktan var eden Rab hatırından üstün tutmayalım!
Konu ne olursa olsun bir çıkar uğruna haksızlıklara susmayalım inşallah..
Rabbim yaratılmışlığımızın, acizliğimizin şuurunda olarak; her türlü nimet için hakkıyla şükrederek ve her türlü ihtiyacımızda ise; bize vesile ettiklerinin farkında olarak yaşamayı nasip etsin..
Gaflet halimizle yaratılmış diğer kulların hatırlarını sayarken, aslen onları bize bahşeden Rabbimizin hatır-ı âlîsini esas aldığımız bir ömürümüz olması duasıyla..
VESSELÂM…