Dış politika ve iç politika, birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Bir ülkenin sınır ötesindeki hamleleri, içerdeki dinamikleri doğrudan etkilerken, içerde atılan adımlar da dışarıya yönelik stratejilerimizin temelini oluşturur. Bu bağlamda, insanî ve millî duyguların, siyaset arenasında kendine yer bulması gerektiğine inanıyorum. Elbette, duygusal yaklaşımlar tehlikeli bir romantizme dönüşmemeli; ancak insana ve millete dair değerleri politikadan tamamen soyutlamak, bizi mekanik ve ruhsuz bir anlayışa mahkûm eder.
Dış politikada realist bir anlayış şarttır. Çünkü dünya sahnesi güç dengeleriyle şekilleniyor. Ancak realizmin, sadece güç odaklı pragmatizmle sınırlı olmadığını anlamalıyız. Realizmin merkezine, ulusumuzun çıkarlarını ve milletimizin manevi değerlerini oturtmak, bizi küresel politikalarda özgün ve etkin kılacaktır. Ben buna "duygusal realizm" diyorum. Bu kavram, pragmatik realizmden ayrılır çünkü salt faydacılıkla değil, aynı zamanda millî şuurla hareket etmeyi gerektirir.
Bugün Türkiye'nin karşı karşıya olduğu uluslararası tehditlere baktığımızda, karşımıza sadece diplomatik krizler ya da ekonomik yaptırımlar değil, aynı zamanda tarihsel bir rövanşist anlayış çıkıyor. Batı'nın bazı odakları, Türk milletini tarih sahnesinden silmek için yeni senaryolar yazarken, içerden bizi zayıflatmaya çalışan aktörlere cesaret veriyor. Böylesi bir tabloda, sadece diplomatik manevralarla yetinmek yeterli değildir. Halkımızın milli ve manevi değerlerini güçlendirmek, bu topraklarda yaşayan herkesin kader ortaklığını pekiştirmek ve geleceğe dair ortak bir vizyon oluşturmak, politikalarımızın temelini oluşturmalıdır.
Öte yandan, duygusallık adına analizlerimizi romantik bir hülyaya dönüştürmekten de sakınmalıyız. Etrafımızda yangınlar var. Suriye’de Esad rejimi devrildi, ama bu Türkiye için yeni riskleri beraberinde getirdi. ABD'nin, İsrail’in ve Batılı devletlerin bölgedeki hesapları, bizi sürekli teyakkuzda olmaya zorluyor. Bugün pragmatizm adı altında, Türk milletinin çıkarlarını göz ardı eden bir politikayı savunmak ne kadar tehlikeliyse, tamamen duygusal reflekslerle hareket etmek de bir o kadar yanlıştır. Bu yüzden, analizlerimizde realist, ama aynı zamanda milli şuurla hareket etmeliyiz.
Unutulmamalıdır ki, Türkiye’nin gücü, sadece ordusunda ya da diplomasisinde değil, aynı zamanda halkının inancında ve dayanışmasındadır. Bu nedenle siyaset, insanî ve milli duyguları yok sayarak değil, onları doğru bir şekilde yönlendirerek yapılmalıdır. İşte o zaman, uluslararası arenada hem güçlü bir oyuncu, hem de millet olarak dimdik ayakta duran bir ülke olabiliriz.
Duygusal realizm, geleceğe dair umutlarımızı diri tutarken, realist bir bakış açısıyla politikalarımızı şekillendirmemize rehberlik edecektir. Bu bakış açısı, Türkiye’nin hak ettiği yere ulaşmasının anahtarıdır. Çünkü bu milletin kaderi, yalnızca bugünü kurtarmak değil, tarih sahnesinde daima söz sahibi olmaktır.
Kadir Uğur Yılmaz
Türk milliyetçisi