Şubat ayı, dünya tarihinde pek çok dönüm noktasına sahne olmuştur. Ancak bunlar arasında belki de en çarpıcı olanı, 2 Şubat 1943’te Stalingrad Muharebesi’nin sona ermesi ve Nazi Almanyası’nın Doğu Cephesi’nde ilk büyük yenilgisini yaşamasıydı. Bu zafer, yalnızca Sovyetler Birliği için değil, tüm dünya için II. Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren bir an oldu.
Stalingrad, bir şehir olmanın ötesinde bir semboldü. Hitler’in Almanya’sı, burada yalnızca Kızıl Ordu’ya değil, Sovyet halkının direncine ve tükenmeyen iradesine çarptı. Nazi generalleri, hızlı ve kesin bir zafer bekliyordu. Ancak karşılarında kışın soğuna, açlığa, cephanesizliğe rağmen tek bir sokaktan, tek bir binadan bile vazgeçmeyen bir halk ve ordu vardı.
Almanya için Stalingrad yenilgisi, saldıran bir ordudan savunmaya çekilen bir güce dönüşmenin başlangıcıydı. O zamana kadar Avrupa’da fırtına gibi esen Alman ordusu, Stalingrad’da kuşatıldı, açlığa mahkûm oldu ve sonunda teslim olmak zorunda kaldı. 90.000’den fazla Alman askeri Sovyetlere esir düştü, fakat bunlardan yalnızca 5.000’i savaş sonrası Almanya’ya geri dönebildi.
Bu muharebenin ardından Naziler için geri sayım başlamıştı. Sovyet ordusu, artık yalnızca kendi topraklarını savunmakla kalmayacak, Berlin’e doğru ilerleyerek Avrupa’nın özgürlüğünü de sağlayacaktı. Stalingrad, bir halkın topyekûn direnişinin ve kararlılığının sembolü olarak tarihteki yerini aldı.
Bugün baktığımızda, Stalingrad Muharebesi yalnızca bir askeri çarpışma değil, iradenin, fedakârlığın ve kararlılığın destansı bir zaferi olarak hatırlanmalıdır. Tarih, savaşların yalnızca silahlarla değil, halkın ve askerlerin azmiyle kazanıldığını göstermeye devam ediyor.
Rafet Ulutürk