Kırşehir’in Mucur ve Nevşehir’in Hacıbektaş kazaları yörelerinde kümelenmiş 60 civarındaki köyün halkı, kendilerini Karacakürt aşiretinin (doğrusu oymak) mensupları olarak tanımlarlar. Ne zaman, nereden geldikleri, geçmişlerinde neler yaşandığı, Kürt olmadıkları halde kendilerine neden "Karacakürt" denildiği hakkında hemen hemen hiçbir bilgi yoktur.
Son yıllarda Osmanlı arşivleri araştırılmaya başlanınca çok kısıtlı da olsa bazı belgelere ulaşılmış, bu belgeler sayesinde de konuya kaba hatları ile de olsa vakıf olmamız mümkün olabilmiştir.
Bir buçuk yıla yakın bir süredir, ben de o bilgi ve belgelerin peşine düşerek şimdi size aktaracağım bilgilere ulaşabildim. Bu bilgilerin gençlerimiz tarafından yeni araştırmalarla daha net ve ayrıntılı hale getirileceğini umut etmek istiyorum.
Adının ne olduğunu ya da ne olması gerektiğini yazımın sonunda açıklamaya çalışacağım oymak, Oğuz Türklerinin Bozok boyunun Boynuinceli (Boynuincelü) aşiretinin bir oymağıdır.
Oğuzlar Bozok (Dış Oğuz) ve Üçok (İç Oğuz) diye iki büyük boya ayrılıyorlardı. Selçuklu Devleti’nin kurucularından Tuğrul Bey, Miladi 1038 yılında Nişabur’a girerken elinde bir yay ve üç ok tutuyordu. Bu, Selçuklu Devletini kuran Bozok ve Üçok boylarını sembolize ediyordu. Zaten Büyük Selçuklu Devleti'nin bayrağı da çift başlı kartal ve ok ve yay figürlerinden oluşmaktaydı.
Oğuz Türkleri il(el), boy, aşiret, ulus, oymak, budun, oba, kol, cemaat gibi isimler alan gruplarla anılmaktadır. Bu gruplandırmanın sistematiği henüz tam aydınlatılmamış olmakla birlikte, büyükten küçüğe doğru sıralarsak: Ulus, budun, boy, il(el), kol, aşiret, oymak ve oba olduğunu zannediyorum. (bu kelimelerden "aşiret" ve cemaat Arapça, "ulus" da Moğolcadır) Türkmen boylarının "aşiret"i benimsediklerini ve kullandıklarını, "cemaat"i ise benimsemediğini, ancak Osmanlının cemaat sözcüğünü bazen oymak, bazen oba, bazen de grup anlamında kullandığını görüyoruz.
Oğuzlar onuncu yüzyılda Hazar Denizi ile Aral Gölü üst bölgelerinde (Üst yurt) yaşıyorlardı. Yabgu denilen hükümdarların idare ettiği devletleri İran Hüsrevleri ve Arap Halifeleri ile savaş halinde bulunuyordu. Devlet işleri bir mecliste görüşülerek karara bağlanıyordu. Ordu komutanına subaşı, yabgunun vekiline tegin deniliyordu. İnal ve tarkan adını alan memurlar vardı. Oğuzların bu yıllardaki başkentleri Sirderya nehri kıyısındaki Yenikent’ti.
Miladi 982 yılında Oğuzların Üçok boyunun Kınık kolundan Salur Han ve emrindeki iki bin çadır Müslümanlığı kabul ettiler. (Hammer’in Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, birinci cilt) Salur Han Müslüman olunca Karahan ve Çanak adlarını aldı. Henüz Şaman dininde olan diğer boylardan kendi boyunu ayırmak için de kendi boyuna “Türkman” dedi. Türkman sözcüğünün türeyişini açıklayan çeşitli görüşler olmakla birlikte, en yaygın olanı; Türk ve iman kelimelerinin birleştirilmiş olduğuna dair olan görüştür. İman eden Türk anlamında Türkman denilmiş, bu sözcük zamanla Türkmen halini almıştır. Kısa bir sürede, Oğuz boyları’nın hemen tamamı Müslümanlığı kabul edince, tüm Oğuz boylarına Türkman-Türkmen denilmeye başlanmıştır.
Boynuinceli aşiretinin bağlı olduğu Bozok’ların Anadolu’ya hangi tarihte geldiği kesin olarak bilinmemekle birlikte, doğruya yakın bir tahmin yapmak da çok zor olmasa gerektir. Çünkü Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey Miladi 1048 yılında birleşik Gürcü, Ermeni ve Bizans kuvvetlerini Doğu Anadolu’da yenmiş ve Doğu Anadolu’nun fethi fiilen başlamıştı. 1055 yılında Bağdat’a girerek Büveyhi Hükümdarlığını yıkan Tuğrul Bey, Abbasi Halifeliğini yeniden ihya etmiş, kendisi de bu bölgelerde söz sahibi olmuştu. On birinci yüzyılın ortalarında Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da etkinliği artan Selçuklu Devleti 1071 Malazgirt savaşından sonra da bu bölgelerde varlığını perçinlemiştir. Selçuklu Devletini kuran ana unsurlardan olan Bozoklar’ın bu yıllarda, yani on birinci yüzyılın sonlarına doğru Doğu ve Güney Doğu Anadolu’ya geldikleri kuvvetle tahmin edilebilir. (Osmanlı tahrirlerinde önceleri Ulus diye kaydedilen bu unsurlar daha sonraları Bozulus diye kaydedilmiştir) Büyük Selçuklu Devleti Miladi 1157 senesinde yıkılmış olmasına rağmen bazı parçaları İran, Irak, Suriye ve Anadolu’da on dördüncü yüzyıla kadar devam etmiştir.
On birinci yüzyılın sonlarından on yedinci yüzyılın başlarına kadar bugünkü Doğu ve Güney Doğu Anadolu ve Suriye’de yaşamış olan Bozulus aşiretlerini üç isim altında toplayabiliriz.
a) Bozulus Türkmenleri:
Diyarbakır, Urfa, Mardin üçgeninde, Karacadağ merkezli bir birliktir.
b) Dulkadir Türkmenleri:
Maraş, Malatya, Harput, (Elazığ) Kars (Kadirli) Kayseri, yörelerinde yaşayan Bozulus aşiretlerine verilen isimdir. (Boynuinceli aşireti bu grubun içindedir)
c) Halep Türkmenleri:
Moğol akınları Doğu ve Güney Doğu Anadolu’yu sarsmaya başlayınca, Bozulus’un bazı aşiretleri güneye, Gazze’ye kadar inerek bölgeye dağılmışlardır. Diyarbakır-Gazze arasına yerleşen ve buralarda yüzyıllarca kalan bu gruplara Halep Türkmenleri adı verilmiştir.
Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da asli unsuru Bozulus olan iki Türkmen beyliği kurulmuştur.
a) Akkoyunlular: (1403–1507) Oğuzların Üçok boyunun bir kolu Olan Bayındır Türkmenleri on dördüncü yüzyılda Diyarbakır yöresini yurt edindiler. Akkoyunlu Devletinin kurucusu, Kutlu Bey’in oğlu Kara Yülük Osman Bey’dir. Miladi 1398 yılında Eretna Beyi Kadı Burhaneddin’i yenerek öldürmüş ve Memluk Sultanının emrine girmiştir. 1400 yılında Timur Anadolu’ya ilk girdiğinde ona kılavuzluk yapmıştır. 1402 yılında Yıldırım Beyazıt ile Timur arasında yapılan Ankara savaşında, Kara Yülük Osman komutasındaki Türkmenler Timur’un ordusunda Yıldırım Beyazıt’a karşı savaşmışlardır. Timur bu hizmetlerinin karşılığı olarak Kara Yülük Osman Bey’e Malatya ve Diyarbakır Yörelerini vermiş ve Kara Yülük Osman Bey de 1403 yılında, Diyarbakır’da hükümdarlığını ilan etmiştir. Hayatı mücadelelerle geçen Kara Yülük Osman Bey 1435 yılında Karakoyunlu’larla yaptığı bir savaşta öldürüldü. Devlet yirmi yıla yakın bir süre kargaşa yaşadıktan sonra Kara Yülük Osman Bey’in Torunu Uzun Hasan 1453 yılında iktidarı ele geçirdi. Sınırlarını doğu’da Horasan’dan, batıda Fırat ırmağına, kuzeyde Kafkaslardan, güneyde Umman denizine kadar genişleten Uzun Hasan başkenti de Diyarbakır’dan Tebriz’e taşıdı. Uzun Hasan 1473 yılında Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet’e Otlukbeli savaşında yenilince devlet zayıflamış ve 1478 yılında Uzun Hasan’ın ölümünden sonra da Akkoyunlu Devleti Safevi Sultanı Şah İsmail tarafından 1507 yılında ortadan kaldırılmıştır.
b) Dulkadiroğluları :(1337–1522)
Beyliğin kurucusu olan Türkmenlerin ilkönce Maraş-Elbistan arasındaki yaylalara yerleştikleri daha sonraları geniş bir alana yayıldıkları fikri kabul görmektedir.
Beyliğin kurucusu Zeyneddin Karaca Bey Eretna Beyinin elinden Elbistan’ı aldıktan sonra Memlûk Sultanından naiplik (vekâlet etme yetkisi) fermanını almayı başarmıştır. Sis Ermenileri ile mücadeleye girişen Zeyneddin Karaca Bey Gabon Kalesini ele geçirince Miladi 1348 yılında hükümdarlığını ilan etti. Memlûklulara isyan eden Halep Valisini teslim etmeyince de Memlûklularca yakalanarak 1353 tarihinde, Kahire’de, 83 yaşındayken öldürüldü. Oğlu Halil Bey Elbistan Valiliğine atandı. Halil Bey sınırlarını genişleterek Maraş, Malatya, Harput, (Elazığ) ve Amik taraflarını ele geçirdi. 1386 yılında Halil Bey bir suikastla öldürülünce yerine Süli Bey geçti. Süli Bey’in Memlûklularla mücadelesi sonucunda Memlûklular, Süli Bey’in beyliğini tanımak zorunda kaldılar. Ancak Süli Bey 1396 yılında Memlûklulara yenildi ve kısa bir zaman sonra da bir suikast sonucu öldürüldü. Süli Bey’in öldürülmesinden sonra beyliğin başına Halil Bey’in oğlu Nasireddin Mehmet Bey geçti. Mehmet Bey Memlûklular, Osmanlı ve Timur’la iyi geçindi ama, Akkoyunlu Beyi Kara Yülük Osman gibi Timur’un Anadolu’yu istilasına yardımcı olmadı. O nedenle, Timur 1400 yılında Sivas’ı aldıktan sonra Dulkadirli üzerine yöneldi, Malatya ve Besni’yi ele geçirdi. Timur1401 yılında Suriye şehirlerini yıkıp halkını kılıçtan geçirdikten sonra yeniden Dulkadirli topraklarına geçti, yağma ve tahriplerde bulundu. Bu sıralarda Türkmenlerin bir bölümünün Pülümür’e sığındıklarını Hammer Osmanlı İmparatorluğu tarihi adlı eserinde yazmaktadır. Ramazanoğulları ile savaşan Mehmet Bey 1443 tarihinde ölünce yerine oğlu Süleyman Bey geçti. Osmanlıya ve Memlûklara kız vererek akraba olan Süleyman Bey 1454 de öldürüldü. Yerine geçen Melik Arslan kardeşi Şah Budak’ın bir fedaisince öldürüldü ve Şah Budak başa geçti. Osmanlı Şah Budak’ı değil Süleyman Bey’in oğlu Şah Suvar’ı tercih edince Şah Budak Mısır’a kaçtı ve yerine Şah Suvar geçti. Şah Suvar Bey Memlûklular ve Ramazanoğulları’na karşı birçok başarı kazanmışsa da 1472 tarihinde Zamantı Kalesinde Memlûklularca yakalanarak Kahire’de öldürülmüştür. Memlûklular Şah Budak’ı yeniden beyliğin başına getirdilerse de, Kız kardeşi Sitti ile evli olan Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet’in desteğini sağlayan Alâüdevle Bozkurt Bey, onu devirerek beyliğin başına geçti. Fatih Sultan Mehmet ayrıca Kırşehir sancağını da kendisine tımar olarak vermiştir. Şah Budak 1492 yılında öldü. Alâüdevle Bozkurt Bey Akkoyunlular’dan Diyarbakır’ı aldı ama, Şah İsmail ile yaptığı mücadeleyi kaybetti. Bu sıralarda Osmanlı ile de arası açılmıştı. Turna Dağı Savaşında Osmanlı’nın tayin ettiği Şahsuvaroğlu Ali Bey’e yenildi ve dört oğlu ile birlikte öldürüldü 1515. Yerine tayin edilen Ali Bey’in öldürülmesi üzerine de Dulkadirli toprakları Osmanlı topraklarına katıldı 1522.
Bozulus Türkmenlerinde Sosyal, Ekonomik ve Ticari Hayat:
Bozulus Türkmenlerinin bir kısmı Anadolu’ya geldikten sonra yerleşik düzene geçerek konar-göçerliği bırakmışlardır. Urfa’nın bugünkü Bozova kazası’nın o tarihlerdeki adı Boz-abat’tır. (Bozların çok olduğu, şenlendirdiği, bayındır ettiği yer anlamında) Bu isim bize buranın bir Bozulus yerleşkesi olduğunu göstermektedir. Urfa civarında 150 civarında Türkmen köyü olduğu da bilinmektedir. Bizim incelemeye çalışacağımız gruplar yerleşik düzene geçmiş olanlar değil, konar-göçerlerdir.
Söz konusu konar-göçer gruplar yüzyıllarca sürekli hareket halinde olmalarına rağmen bu hareketlilik bir kargaşa, bir bilinmezlik içinde değil, belli kurallar içinde gerçekleşmiştir. Aileler obalara, obalar oymaklara, oymaklar da aşiretlere bağlı olarak, bir düzen içinde konup göçerlerdi.
Tüm Türkmen aşiretlerinin geçim kaynağı koyun, keçi, gibi küçükbaş ve deve ile az sayıda da sığır cinsi büyükbaş hayvanlardan ibaretti. Sosyal hayat ve ekonomik hayat bu hayvanların doyurulması ve çoğaltılması temelleri üzerine kurulmuştu. Hatta Türkmen aşiretlerinde bir yere yerleşerek çiftçilikle uğraşmak biraz da hakir görülen bir uğraş olarak algılanırdı. Osmanlı’nın Türkmen aşiretlerini yerleştirirken çektiği zorluğun sebeplerinden birisi de budur.
Aileler yaz kış alaçık ya da oba adı verilen keçe çadırlarda yaşarlardı. Çadırlar genellikle kare, dikdörtgen ve sekizgen kümbet şeklinde olurdu. Günlük hayatın idamesi için gerekli olan tüm eşyalar kolaylıkla taşınabilecek şekilde tasarlanmış ve imal edilmişti. Kışlar kışlak denilen sıcak bölgelerde geçirildikten sonra, baharın ucu gözükünce hayvanlar için otun bol olduğu yaylalara göçülürdü. Yaylalara göçüş bir şenlik, bir bayram havasında geçerdi.
Osmanlı, Bozulus Türkmenlerinin yaşadığı toprakları eline geçirdikten sonra çıkarttığı bir kanunname ile aşiretlerin sosyal ve ekonomik hayatına bazı yeni düzenlemeler getirmiştir. Buna göre: Merkezi idare ile aşiretler arasındaki ilişkiyi düzenlemekle görevli “boy beyi” en büyük aşiretten seçilirdi. Kethüda denilen aşiret reisleri ise, aşiretin kendi içinde ve çevresi ile ilişkilerini düzenlemekle yükümlüydü. Aşiret reisi merkezi hükümet tarafından tayin ediliyor, şayet “lâyık ve müstahak” ise göreve devam edebiliyor, halkın şikâyeti olursa değiştirilebiliyordu. Osmanlı’dan önceki ve Osmanlı’nın vergi sistemini inceleyebilmemiz için aşiretlerin yaylağa ve kışlağa gidip dönerken kullandıkları göç yollarını bilmemiz gerekiyor. Çünkü verginin hemen tamamı bu göçler sırasında tahsil edilmekteydi. Bozulus Türkmenlerinin bir bölümü Berriye’deki (Mardin ili Midyat ilçesi yakınları) kışlaklarından yaylaklarına çıkarken iki yol izliyorlardı. Bir kısmı Mardin yakınlarındaki Türkmen deresi ve Reşmel köyü yakınlarından, Hani üzerinden Murat suyuna, Çapakçur önlerine gelirlerdi. Burada hayvanlarını ya iptidai sal ve gemilere bindirirler ya da suyun akıntısının az olduğu yerlerden yaya geçerlerdi. Bazıları da Çapakçur yakınlarındaki Vesah kalesi yanındaki köprüden geçerlerdi. Diğer bir grup ise, (bizim oymağımız olan Karacakürt oymağı bu gruptadır) Karacadağ’ın batı eteklerinden geçerek, Ergani üzerinden Murat suyuna, oradan da Bingöl yaylalarına giderlerdi. Hangi yolu takip ederlerse etsinler Bozulus’un yaylada buluştuğu yer, Binboğalar, Nurhak, Akçadağ ve Tohma ile çevrili bölgeydi.
Bozulus hangi devlete bağlı olursa olsun, vergisi hayvanları Murat suyunu geçerken tahakkuk ettiriliyordu. Osmanlı idaresine geçinceye kadar yaylaya gidiş ve dönüşlerde bölge idarecileri de vergi adı altında hayvan sayısına göre yün ve peynir alırlardı.
Bozulus, Osmanlı hâkimiyetine geçmeden önce resm-i kışlak, resm-i yaylak ve adet-i çoban beği gibi isimler altında hayvanının sayısı ve malının miktarına göre vergiler ödemekte idi ancak bu mahalli idareciler ve vergi tahsildarları tarafından istismar edilerek aleni soyguna dönüştürülmekteydi. Akkoyunlu Devleti ortadan kalkınca yirmi yıla yakın bu topraklarda Safevi Osmanlı mücadelesi olmuş, bu soygun vergilendirmeye Safeviler de iştirak etmişlerdir. Yaylaya çıkışlarda Safevi vergi tahsildarları yüz koyuna üç koyun vergilendirme yapmışlardır
Osmanlı birer nüshasını da aşiretlere dağıttığı kanunname ile vergi sistemine de yenilikler getirmiş, Bozulus’un Padişah haslarına dâhil edildiğini, hiç kimsenin vergiye hiçbir şekilde müdahale edemeyeceğini bildirmiştir. Osmanlı da resm-i kışlak, resm-i yaylak ve çoban beği vergilerini tahsil etmiş ama bunu Safeviler gibi yüz koyuna üç koyun olarak değil, yüz koyuna bir koyun olarak tahakkuk ettirmiştir. Bunların dışında, her haneden bir nevgi (nüğ) yağ talep etmiştir. Osmanlı vergilendirmede âdil olmaya çalışmış, diğer konularda olduğu gibi, bu konuda da halkın şikâyetlerini dikkate almıştır. Dulkadir defterine kayıtlı iken Diyarbakır taraflarına yaylağa, ya da kışlağa giden ve Bozulus ile birlikte konup göçen aşiretlerin hem Dulkadirli hem de Bozulus idarecilerince vergilendirildikleri için zor durumda olduklarını ve durumun düzeltilmesini isteyen istidaları sonucunda, kayıtları Dulkadirli’den alınarak Bozulus’a dâhil edilmek suretiyle adaletsizliğin giderildiği, Osmanlı kayıtlarında gözükmektedir. Osmanlı Safevi çatışmasının başladığı yıllarda Bozulus Türkmenlerinin İran ve eşkıya tarafından saldırılara maruz kalmaması için Erzurum-Kars platosuna çıkmaları yasaklanmış, hatta yaylaya çıkmayacaklara vergi indirimi vaat edilmiştir.(Tufan Gündüz, Anadolu da Türkmen Aşiretleri)
Orta Anadolu’ya Göç:
Kara Tatar dediğimiz bazı Moğol aşiretleri on üçüncü yüzyılın ikinci yarısından sonra Sivas Ankara arasını yurt tutmuşlardı. 1402 yılında Ankara Savaşını kazanan Timur ülkesine dönerken bu Kara Tatar aşiretlerini de birlikte götürdü. Bazı Halep Türkmen aşiretleri ile Bazı Dulkadirli aşiretleri Yeni-il adı altında birleşerek söz konusu Kara Tatarların boşalttıkları bölgeleri yurt edindiler. Yeni-il federasyonu 16. yüzyılın başlarında Sivas’ın güneyinden başlayarak Kayseri, Kırşehir, Nevşehir, Yozgat’ı da içine alarak Ankara’ya kadar geniş bir bölgeye yayılmıştı. Yoğun olarak Yozgat’a yerleşen bu Bozok aşiretlerinden dolayı Yozgat çevresinin ismi Osmanlı da “Bozok” olarak anılmıştır. Orta Anadolu’ya göç eden bu Dulkadirli grupların içinde Karacakürt oymağının bulunmadığını biliyoruz. Çünkü Karacakürt oymağının Kırşehir ve Nevşehir’e 17. yüzyılın başlarında geldiği Osmanlı kayıtlarında gösterilmektedir.
Yaklaşık beş yüz yıl Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da yaşamış olan Bozulus gruplarının ezici çoğunluğunun 17. Yüzyılın başlarından itibaren batıya, özellikle de Orta Anadolu’ya göç ettiklerini görüyoruz. Bu göçlerin sebeplerini sıralayacak olursak:
a) On altıncı yüzyılda başlayıp, on yedinci yüzyılda da devam eden Celali İsyanları can ve mal güvenliği bırakmadığından Orta Anadolu köyleri hemen tümden boşalmıştı. 1603–1608 yılları arasında halkın panik halinde ya büyük şehirlere ya da başka bölgelere kaçışına “Büyük Kaçgun” denilmektedir. Celali isyanları halkı o kadar etkiliyordu ki, O yıllarda, Ahilerin idare ettiği Ankara’da sırf Celalilerden korunmak için şehri çepeçevre saran bir sur inşa edilmiştir. Nitekim Ankara’yı birkaç kez kuşatan Celaliler bu sur sayesinde şehri ele geçiremediler. Osmanlı Boşalan bu bölgelere Türkmen aşiretlerini yerleştirerek toprakların yeniden üretken hale gelmesini sağlamak istemiştir.
b) Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgelerindeki Bozulus Türkmenleri Kürt ve Arap aşiretlerinin transhümans baskıları altında bunalmışlardı c) Osmanlı, sürekli hareket halindeki, ele avuca sığmaz Türkmen aşiretlerini yerleşik düzene geçirerek, hem zirai üretime geçmesini hem de zapturapt altına alınmasını istiyordu. Bu sebeple, Köprülü zade Fazıl Mustafa Paşa’nın sadrazamlığı sırasında, 18 Mart 1692 tarihli bir ferman çıkartarak, Türkmen ve Yörüklerin iskânı için harekete geçti. Hama, Humus Rakka ve Halep yörelerine yapılan yerleştirme dışında, Kayseri’deki Zamantı ırmağı ve Pınarbaşı çevreleri bazı oymaklara tahsis edildi. Kozan Dağındaki yürükler Çukurova’ya, Orta Toroslarda ki aşiret ve oymaklar İçel, Isparta ve Antalya yörelerine iskân edildi. Bizim oymağımızın bu iskânlardan sonra da konar –göçerliğini devam ettirmesi 1692 yılından önce Orta Anadolu’ya göç ettiklerini göstermektedir.
d) Doğu ve Güney Doğu Anadolu’daki Bozulus aşiretlerinin yaylakları çok uzak ve gidiş dönüş çok zahmetli idi.
e) Bozulus uzun yıllardan beri özellikle Orta Anadolu’yu gelip gitmekte, bu toprakları tanımakta idi. Üstelik Bozulus’un bazı aşiret ve oymakları uzun yıllardır buralarda yaşamaktaydı.
Yukarıda sıraladığım sebepler nedeniyle Bozok ve Dulkadirli aşiretleri 17. yüzyılın başlarında (1613) dört grup halinde devletin de desteği ile Orta Anadolu ve Batı Anadolu’ya göç ettiler.
1.grup) Balâ bölgesinde yaşayan ve içlerindeki en büyük aşiret olan Tabanlu’ya atfen “Tabanlu Mukataası” diye anılan gruptur. Bu grubun beyleri Balâ’nın Üçem köyüne yerleşmişlerdir. Bu grupta Afşar, Bayat-ı Atik, Bayat-ı Cedid olmak üzere Bayat’lar, Garp Çırağanlular, Dodurga aşireti, Dokuzlu, İzzettin Hacululu, Karakoyunlu, Kuşçu, Karamanlu, Bayram Beğlü, Ali Görenlü, Emünlü, Yularlu, İnallu, Kürt Mihmatlu, Konurlu ve Yavulu aşiret ve oymakları bulunmaktadır. (Tufan Gündüz–1997) 2.grup) Kırşehir ve o günlerde henüz köy olan Nevşehir yörelerine yayılmış olan Karacakürt Türkmeni ve Türkmen Kurudlu gruplarıdır. (Osmanlı kayıtlarında Karacakürt Türkmeni sözcüklerini ilk defa burada gördüm. İleride yapılacak araştırmalarda daha eski kayıtlarla karşılaşılabilir) Bu gurupta Keskin civarında yaşayan Çepnilerden de söz edebiliriz.
3.grup) Akşehir ve Ilgın bölgelerine yerleşmiştir.
4.grup) Aydın sancağına yerleşmiştir.
Doğu ve güney Doğu Anadolu’da yaşarken Dulkadirli Türkmeni diye anılan aşiret ve oymakların Orta Anadolu’ya geldikten sonra Danişmentli Türkmeni diye anılmaya başlandığını görüyoruz. Hatta Türkmen aşiretleri hususunda değerli araştırmaları olan Cevat Türkay, “Karacakürt ve Boynuinceliler Danişmentli aşiretindendir, Nevşehir’de oturmaktadırlar, yaylakları Develi ve Erciyes’tir,” demektedir. Önceleri bunun bir yanlışlık olduğunu düşündüm, ama konuyu biraz daha araştırınca, 17. yüzyılın başlarında Kırşehir ve Nevşehir yörelerine gelen Boynuinceli ve Karacakürtlerin yüzyıllardır bu topraklarda yaşamakta olan Danişmentli Türkmenleri ile karşılaştıklarını ve onlarla kaynaşarak Danişmentli mukataasına dâhil olduklarını, bu sebeple Danişmentli Türkmeni diye anılmaya başlandıklarını fark ettim.
Osmanlı 17.yüzyılın sonuna kadar konar-göçerler için bir iskân politikası gütmediği için Boynuinceli aşiretine mensup oymak ve obalar kışı Kırşehir ve Nevşehir topraklarında yazı da Erciyes yaylalarında geçirmeye başladılar. Ancak 17. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Konar-göçerleri iskâna zorlamıştır. Zorunlu iskânın birkaç sebebi vardı, bunlar:
a) Devletin yeni gelir kaynakları için boş ve verimli toprakları tarıma açma isteği.
b) Konar-göçerlerin eşkıyalık ve isyan gibi taşkınlıklarının önüne geçilmesi arzusu. c) Yerleşik düzene geçmiş olanların, konar-göçerlerin yaylak kışlak gidiş dönüşlerinde gördükleri zararlar nedeniyle şikâyetçi olmaları.
1691 yılında Kırşehir, Nevşehir yörelerinde yaşamakta olan bazı aşiret ve oymaklar (Bayat, Avşar, Beydili, Musacalu, Cerit, Köşekli, Boynuinceli, Karacayurt) Halep Rakka’da iskâna tabi tutuldular. Bu grupların Rakka gibi uzak ve göçebeler için uygun olmayan tabiat ve hava koşullarına sahip bir bölgeye gönderilmeleri, hem onları cezalandırmak hem de konar-göçer bazı Arap kabilelerine karşı bir nevi tampon bölge oluşturmalarını sağlamak içindi.
Söz konusu aşiret ve oymaklar bir yıl sonra tekrar Orta Anadolu’ya döndüler ve Rakka’ya gitmemekte direndiler. Ancak 1696 yılında Osmanlı’nın Yusuf Paşa komutasında gönderdiği orduya yenildiler. Yusuf Paşa otuz Türkmen Beyini idam ettirdi. Türkmenler yeniden Rakka’ya sürgüne gönderildiler ama, dört-beş yıl sonra tekrar Orta Anadolu’ya döndüler. Bu zor ve kanlı iki sürgün Türkmenler arasında yüzyıllarca anlatılmış ve Rakka sürgünleri için pek çok şiirler yazılmış, türküler yakılmıştır. Tüm o dizeleri bu küçük çalışmaya sığdırmak mümkün değil, ancak sürgüne gönderilen bu grupların Orta Anadolu’da nerelerde yaşadıklarını belirten bir dörtlüğü ve oymağımızın adı geçen iki dörtlüğü buraya almak istiyorum.
Sulucakarahüyük belli yurtları
Aldı beni Beydili’nin dertleri
Çöle düştü Beydili’nin kurtları
Rakka Çölü’nün kurdu Beydili
(Sulucakarahüyük Hacıbektaş’ın eski adıdır.)
Rakka Çöllerinden gelen gaziler
Acep Karacayurt geri döndü mü?
Yenile bir haber duydum oradan
Cerit Bekir öldü derler, öldü mü?
Toplandık aşiret geldik Colab’a
Başımızda esen boran değil mi?
Şahin Bey Karaca konduk yan yana
Hacı Ali’nin yurdu Seylan değil mi?
1714 tarihli bir emirnamede Kırşehir’deki Boynuinceli aşireti ve ona bağlı cemaatlerin iskânı emri verilmiştir. (Cevat Türkay)
1730 tarihinde Patrona Halil isyanında öldürülen Nevşehirli Damat İbrahim Paşa 1718–1730 tarihleri arasında sadrazamlık yapmıştır. O tarihlerde Niğde’ye bağlı bir köy olan Muşkara’da doğmuş olan Damat İbrahim Paşa, sadrazamlığı sırasında çevredeki oymak ve obalardan getirttiği insanları Muşkara köyüne yerleştirerek, orayı kaza haline getirtmiş ve adına da Nevşehir demiştir. Osmanlı kayıtlarında Nevşehir’e iskân edilen Türkmen cemaatlerinden söz edilirken, “Boynuincelü Türkmenleri grubuna tâbi cemaatlerden bazıları, her biri bir mahalle olmak üzere Nevşehir’e yerleştirilmişlerdir. Bunlar, Salurlu-i kebir 102 hane, Salurlu-i sagir 106 hane, Boynuincelü 98 hane, Kürt mehmetlü 72 hane, Horasanlu 22 hane, Bekdik 79 hane, Herüklü 79 hane, Kütüklü 35 hane, Dumanlu 127 hane, Hacı Ahmetlu 60 hane, Kursulu 40 hane, Kurutlu 127 hane, Karacakürt 59 hane, Delüler 29 hane, Savculu 174 hane, Kurtulu 43 hane, Ada Kurtulusu 65 hane. Bu gruplardan Kurutlu, Karacakürt ve Delüler iskândan kaçarak, yerleşmeyi istememişlerdir. Bunun üzerine Boy beyleri ve oymak kethüdaları ile Nevşehir’e gitmeleri ve iskân edilmeleri için 1728 yılında emr-i şerif çıkartılmıştır,” denilmektedir. (Yusuf Halaçoğlu- 18. yüzyılda Osmanlı’nın iskân siyaseti ve aşiretlerin yerleştirilmesi)
Yine Osmanlı kayıtlarına göre, “Hicri 1126 yılında (1714) Yeni-il Türkmenlerinden Boynuincelü, Savcıhaculu, Karacakürt, Sıdıklı ve Herekli (Herikli) cemaatleri yaylaklarına giderken Ürgüp kazasına tâbi köylere inip, bağ ve bahçelere zarar verdikleri için hükümete şikâyet edilmişler, bunun üzerine şekavetle (eşkıyalık, haydutluk) uğraşan bu beş cemaatin kişileri tespit edilerek, 1750 kuruş nezre (ceza) bağlanmışlardır,” denilmektedir. Ancak başka bir Osmanlı kaydında, “Boynuincelüler kabilesi kendi halinde, kâr-ü kisb (kazanç) ile meşgul ve ekserisi okuryazar, haccıharameyn ve zikudret (zengin) kimselerdir. Boynuincelülerin Nevşehir’de sakin olanları Karacakürt, Herekli, (Herikli) Sıdıklı, Savcılı ve Nefs-i Boynuincelü oymakları ve bunlardan başka on adet oymaktır, 18 cemaati vardır,” denilmektedir.
Nüfus: Miladi 1540 tarihinde Osmanlı’nın yaptığı ilk tahrirde (tahrir, yazılma, yazma, kayıt anlamındadır) Akkoyunluların 4598 hane ve 426 mücerred nüfus, (mücerred, tek, yalnız, katışıksız gibi anlamlara gelmektedir) Dulkadirli’nin 2757 hane 262 mücerred nüfus olduğu tespit edilmiştir. Ortalama bir aileyi 5–6 nüfus olarak kabul edersek, Bozulus’un o yıllarda 40.000 civarında nüfusu olduğunu tespit edebiliriz. Bu 40.000 kişilik nüfusun 16.000’i Dulkadirli Türkmenidir. 1540 da yaklaşık 16 000 nüfusu olduğunu bildiğimiz Dulkadirli’nin yaklaşık 40 aşireti vardı. Bu da bir aşiret nüfusunun ortalama 400 kişi civarında olduğunu gösteriyor. (bu rakam bazı büyük aşiretlerde bir iki bine çıkarken bazı küçük aşiretlerde de 400’ün altına düşebilir.) Her aşiretin yaklaşık 5–6 oymağı olduğunu düşünürsek Boynuinceli aşiretinin Karacakürt oymak ya da obasının o tarihlerde 80 kişi civarında bir nüfusu olduğunu hesaplayabiliriz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 1927–2000 yılları arasında yaptığı 15 nüfus sayımının neticelerinin ortalaması alındığında, 73 yılda nüfusun 4,9 misli arttığını görürüz 73 yılda 4,9 misli artan nüfus yüz yılda yaklaşık 6,8 misli artış gösteriyor diyebiliriz. Başka bir deyimle nüfus yüz yılda 6,8 kat artıyor demektir. 1540’dan1950’lere kadar doğurganlığın bugüne göre fazla olmasına karşın, çocuk ölümleri, insan ömrünün daha kısa oluşu ve savaşlar gibi faktörler göz önüne alındığında, Türkmen aşiretlerinde 100 yıllık nüfus artışını 6 kat civarında hesaplayabiliriz. Bu durumda Karacakürt oymağının Orta Anadolu’ya geldiği yıllarda (1613) nüfusunun 400 kişi civarında olduğu hesaplanabilir. Nüfus’un 1640 tarihinde 480 ve iskânın başladığı bin yedi yüzlü yılların ortalarında da 3000 kişi civarında olduğu öngörülebilir. Karacakürt oymağının iskânı bin yedi yüzlü yılların başlarından (1714) bin sekiz yüzlü yılların sonlarına kadar (1875) 160 yıl kadar devam etmiştir. İskânın tamamlanıp tüm oymakların yerleşik düzene geçtiği yıllarda da nüfus’un 20.000 kişi civarında olduğu tahmin edilebilir.
Karacakürt mü, Karacayurt mu, ya da Karacakurt mu?
Osmanlı kayıtlarında oymağın adı Karacakürt, birkaç yerde de Karacayurt olarak geçiyor. 1600’lü yılların başlarından bu yana Karacakürt olarak bilinen oymağın Karacakürt’ten önce başka bir adı olup olmadığı konusunda da herhangi bir bilgi yok. Yeni bir bilgi ya da bir belge bulununcaya kadar bu konuda söylenenler kıyaslama, tahmin ya da akıl yürütmeden öteye geçemeyecektir. 1540’lı yıllarda nüfusu 80–100 kişi civarında olduğunu düşündüğümüz bir oba ya da oymağın bağımsız olarak ortaya çıkışı hiçbir şekilde yüz yıldan fazla geriye gidemez. (Geriye doğru nüfus küçültme hesaplaması nedeniyle) Bölünme sırasında ayrılan parçanın nüfusu büyüdükçe tarih 1540’a yaklaşacaktır. Bu nedenle o günlerdeki ismi her ne ise o ismin telaffuz edilmeye başladığı yılların 1450’li yıllardan geriye taşınması zor gözüküyor. Karacakürt oymağının bağlı olduğu Boynuinceli aşireti kalabalık bir aşiret olsaydı bu belki mümkün olabilirdi. Ama Boynuinceli aşireti tarihi kayıtlarda büyük(kalabalık) bir aşiret gibi gözükmüyor. Türkmen aşiretlerinin Anadolu’ya gelmeden önceki tarihlerde yapılan isimlendirilmelerinde Boynuinceli adı geçmemektedir. Bu da bize Boynuinceli aşiretinin 12. yüzyıldan sonraki bir tarihte ortaya çıktığını gösterir. Boynuinceli aşiretinden başka Boynuyoğunlu ve Boynuyumru aşiretlerinin de bulunması bunların üçünün de aynı bütünden koptuklarını işaret ediyor olabilir. Bağlı bulunduğumuz aşiretin bile 12. yüzyıldan sonra ortaya çıkması, bizim oymağımızın tarih sahnesine çıkışının daha sonraki tarihlerde olabileceğini işaret ediyor. Oymağımızın gün yüzüne çıkışını 1450’li yılların üstüne çekince, ismi konusundaki görüşlerimiz biraz daha netlik kazanır. Çünkü oymak ya da obamızın o yıllarda Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da bulunduğunu biliyoruz. Karacayurt adını Karacadağ ya da adında karaca olan başka bir bölgeden almış olabilir. Karacakürt adı da ya uzun süre Kürt aşiretleri bölgesinde yaşadığı için verilmiş olabilir. Ya da Kürt kelimesini bir ırkı isimlendirmekten çok, “dağda yaşayan insan” anlamında kullanan Osmanlı’nın verdiği bir isim olabilir. Zaten Osmanlı kayıtlarında isim Karacakürt Türkmeni diye geçiyor. Karacakurt’a gelince, son on-on iki yıla kadar hiçbir şekilde telaffuz edilmeyen bu kelimenin son yıllarda bazı değerli hemşehrilerimiz tarafından ortaya atıldığını ve büyük bir coşku ile kabul gördüğünü biliyoruz. İtiraf etmeliyim ki bu coşkuya ben de kapıldım ve Sadık köyünün tarihçesinde, köyü kuranları Karacakurt olarak isimlendirdim. Lakin oymağım hakkında bilgi edinmek için yaptığım araştırmalar sırasında bunun zor bir olasılık olduğunu gördüm. Şimdi bunları yazarken Karacakurt konusuna gönülden bağlanmış kardeşlerimi üzebileceğim endişesi içindeyim, ama gerçekler her şeyin üstünde olmalı, ondan hiçbir şekilde taviz veremeyiz. Eğer Oymağımızın tarihini Anadolu’ya gelmeden önceki yıllara Müslümanlığı kabul döneminden öncelere taşıyabilseydik Karacakürt isminin Karacakurt’un bozulması sonucunda doğmuş olabileceği fikri kabul görebilir, Karacakurt Doğu Anadolu’ya geldikten sonra uzun yıllar Kürt aşiretleri ile yan yana yaşadığından Karacakürt’e dönüşmüş olabilir, diyebilirdik. Lakin tarih sahnesine çıkışını 15. asrın ortalarına taşıyabildiğimiz oymağın o yıllarda Karacakurt adını aldıktan sonra aynı coğrafi bölgede, aynı şartlarda yaşamaya devam ederken, Karacakürt’e dönüşmesi pek akla uygun gelmiyor. Üstelik oymağın adının 17. Yüzyılın başlarında, yani 400 yıl evvel Karacakürt olduğunu biliyoruz. Bütün aşiretlerin, bütün oymakların hatta obaların adları yüz yıllarca değişmeden, dilden dile yeni nesillere ulaşırken Karacakurt neden Karacakürt’e dönüşsün? Bütün bu soru işaretlerine rağmen o kapıyı da sonuna kadar kapatmak mümkün değil, kapıyı az da olsa aralık bırakalım ki, biraz ışık sızsın oradan. Ola ki bir gün o ışığa ihtiyacımız olur.
Bu konuda son olarak şunu iletmek istiyorum. Bu araştırmalarım sırasında, Cevat Türkay’ın Şöyle bir cümlesi ile karşılaştım, “Karacakürt, Karacakürtlü, Karakürt, Karakürtlü, Karacayurt namı diğer BESPAN.” Bütün araştırmalarıma rağmen BESPAN kelimesinin anlamına ulaşamadım. Bu kelimenin anlamını bilen ya da bir yerde anlamı ile karşılaşan bir kardeşimiz belki de bu Karacakürt, Karacayurt ya da Karacakurt bilmecesini çözecek bir adım atmamızı sağlayabilir.
Özet:
Oğuz Türklerinin Bozok koluna bağlı Bozulus’un bir parçası olan Dulkadirli Türkmenleri, diğer Oğuz boyları gibi 10. yüzyılın sonlarında Müslümanlığı kabul etmiş ve 11. yüzyılın sonlarında da Anadolu’ya gelmişlerdir. Dulkadirli Türkmenlerinin bir aşireti olan Boynuincelilerin oymaklarından birisinin adı da Karacakürt’tür. Bozulus’a dâhil Türkmen aşiretleri yaklaşık 500 yıl Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da yaşadıktan sonra 17. yüzyılın başlarında batıya, özellikle Orta Anadolu’ya göç etmişlerdir. Bu arada Boynuinceli aşireti’nin bazı oymakları Kırşehir ve Nevşehir yörelerini yurt tutmuşlardır. Bunların içinde Karacakürt oymağı da vardır. Karacakürt oymağı ve obaları 160 yılık bir süreçte (1714–1875) Nevşehir’in Hacıbektaş ve Kırşehir’in Mucur ilçesi topraklarında 60 civarında köy kurarak yerleşmişlerdir.
Selim Deveci
Bespan : Açıklık anlamında soranice kökenli sözcük.
Bespan : Diyarbekir Eyaletinde doğrudan yönetim ilkesine göre ; Merkezin memuru konumundaki idareciler tarafından yönetilen kürtlerin çoğunlukta olmadığı yarı özerk bir bölgenin adı.
Bespanın açıklık anlamında yola çıkarak değerlendirirsek, Cevat Türkay'ın kullandığı "Karacakürt aşireti nam-ı diğer bespan" ibaresinin gerçek anlamınıda çözmüş oluruz. Bu da Karacakürt Aşiretine mensup insanların açık sözlü, mert insanlar oldukları ve sosyal hayatlarında da bu ilkeyi olmazsa olmaz kabul ettikleri, ahlaki ve kültürel norm olarak kabul ettikleri sosyal pratiklerinde kusursuz uyguladıkları anlamına gelir.
Mustafa Eliküçük
Yorumlar
Ilhem Kaya
Köyümüz halkının Oğuz Türkü olduğunun bir açıklaması
Teşekkür ederim
Bende üniversite bilgilerimle söyleyebilirim ki kullandığımız kelime ve sesler özellikle nazal n sesi Oğuz Türkçesi nin karakteristik sesidir oğlumun ismini isimler sözlüğünden bul… Devamını Gör
· Yanıtla · 7h
Osman Eliküçük
Eline emeğine sağlık Mustafa kardeş, evet 1613 yılında yapılan (iskân için) gocte aydın sancağına gelen Türkmen lerden, Yörükler den olduğumuzu sanıyorum . Oğuz Türkü olduğumuz kesin , sağlıcakla kalın