Geçen haftaki Cuma köşemizde yazdığımız, "Neden Her Şey Beni Buluyor" başlıklı yazıyı okuyanlardan çokça geri dönüş aldım.. Sağolun...
Bu geri dönüşlerde ilk olarak belirtilen, yazıda herkesin kendinden bir şeyler bulduğu oldu. Bu güzeldi..
Ama bir kaçı da ardından şöyle cümleler ekledi:
"Bu doping iyi geldi artık şikayet etmeyeceğim, ama yeni bir şok gelene kadar!"
"Benim şikayet ettiğim Allah değil ki kullar, zaten filanca yüzünden bu haldeyim!" gibi..
Bunlara benzer cümleler de var olduğunu duyunca, o yazının devamı niteliğinde başka bir boyutunu da açmak gerekti..
Demiştik ki; bize verilen sıkıntılar illâ ki sebeplidir..
Bunları doğru anlatabilmişiz, çok şükür..
Ancak sonrasından gelen vesveselere de açıklık getirelim ki tamamlansın inşallah..
KULA BELÂ GELMEZ HAK YAZMAYINCA!
HAK BELA YAZMAZ KUL AZMAYINCA!
HAK BELÂYI KULUNA, KUL İLE VERİR!
HAK EMRİ BİLMEYEN BUNU KUL ETTİ SANIR!
HALBU Kİ; HAK İSTEMEZSE YAPRAK MI KIPRANIR..
Demiş Mevlâna hz...
Şöyle ki; günümüzde bioenerji, meditasyon, yoga vs gibi insanların motivasyonuna yönelik , medyatik çalışmalarda; "negatif-pozitif enerjileri evrene gönderme, iç huzur doygunluğu, kendini bulma" vs gibi terimler kullanılıyor.. Hatta kişinin bu terimleri kullanması, sosyal medyada paylaşması vs kişiliğine "modern" sıfatını bile ekliyor!
(Bu bahsi geçen; yoga, meditasyon, bioenerji vs kavramlarını, konuyla örneklendirmek için kullandık.. Başka bir yazıda, dîni anlamda ki yerlerini açmak üzere bıraktık.)
İşte bu modernlik sıfatıyla kullanılan "evrene pozitif enerji göndermek" tabirinin aslı; Efendimiz'in (SAV)
"Ya hayır söyle, ya da sus!" (Buharî-Edep/31) hadis-i şerîfidir belki de?
Ya da;
"Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Sana gelen her kötülük de nefsindendir." (Nîsa Sûresi/76) ayeti de olabilir mi?
Veya;
"Allah sana bir zarar dokunduracak olursa, onu yine Allah’tan başka giderecek yoktur. Eğer senin için bir hayır dilerse, O’nun lûtfu keremini engelleyecek de yoktur."(Yunus Sûresi/107) ayeti?
Bu modernite söylemlerinin karşılığı aslında zaten dînîmizde ayetle, hadisle, alim zatların sözleriyle varmış!
Hattâ duymuşuzdur; eskiler bunu "modern" olamasalarda 'kötüyü çağırma', 'kütü konuşma, eşref saate denk gelir' vs gibi söylemlerle de yaparlardı zaten..
Bütün peygamberler tarafından defaatle dile getirilmiştir ki; dua kapıları belli zamanlarda ardına kadar açıktır!(mecazen)
Meselâ; ezan vakitlerinde, yağmur yağarken, hasta halde iken, seher vakti, güneş batarken, say say bitiremeyeceğimiz bu saatlerde ağzımızdan çıkan "e hadi bunu da atlattık, bakalım daha ne gelecek?" dersek!
Veya direkt duyduğum cümle; "Dert-tasa, eşittir ben!" dersek dua hükmü ile ne olur?
Gelin biz inancımıza denk olanı yazalım..
DİL HAYIR SÖYLERSE, GÖNÜL HAYIR BULUR!
"Ama ben hayır söyleyemeyecek kadar doluyum!" diyenlere de şöyle diyelim o zaman..
Madem öyle; daraldık, nefes alamıyoruz kabul..
Peki daha ne bekleriz ki huzura varıp da "Rabbim burdayım, ben sana geldim, yaparım sandım, acizliğimi unuttum, ben dedim, benim dedim, ama yapamadım, bittim, tükendim, ama bitmez tükenmez yalnız sensin ve senin rahmetin, rahmetini diliyorum, sensin hayatı veren, nefes almamı kolaylaştır, altında ezildiğim yükleri hafiflet, bedenime dirayet, gönlüme ferahlık, nefsime sûkunet ver, huzurundayım, acizliğimi ben de gördüm, kabul ettim, sen zaten bilensin, görensin, senin yardımın olmadan hiçmişim, sesimi duy!, yardım et!" demiyoruz!
Dememiz o ki; Rabbimiz bizden bu acziyetimizi, hiçliğimizi bir an bile olsa unutmadan, nefs ile büyüklenmeden O'ndan gelene, ne kadar sabırlıyız görmek istiyor..
İmtihan dediğimiz de bu değil mi?
Öğretmen öğretir; ardından, bütün öğrencilere sınav yapar! Öğrencisini bilir aslında; rahatından taviz verip çalışan, her gün disipinli bir şekilde derse giden, sorumluluklarını aksatmayan ve hattâ iyi not alacağından emindir de, ama yine de sınavsız geçirmez!
Öğrenci diyebilir mi "Ya hocam bıktım hep aynı şey, biliyorum, sen de biliyorsun iyi olduğumu, ben sınav filan istemiyorum!?"
Rabbimiz de; kullarının bu halini bildiğinden Ankebût Sûresi'nde (2) bakın ne buyuruyor?
"İNSANLAR İNANDIK DEMEKLE, İMTİHAN EDİLMEDEN BIRAKILACAKLARINI MI ZANNEDERLER!"
Bu ayetle de ikrar etmiş olalım ki ne kadar biliyoruz desek de, ne kadar doğru yaşasak da, her konuda çok iyi de olsak; öğretmenin sınavsız geçirmediğini unutmayalım!
Veyahut diğer boyuta, güncel örnekle; deprem diyelim..
Derprem doğal bir afet; ama zarar görme ihtimalimiz tedbir alma oranımıza göre değişiyor değil mi?
Yani; biz temeli zemin etüdünü yapıp, sağlam atarsak.. Üstüne malzemeden kısmadan ve olması gerektiği şekilde katları çıkarsak, depremden ne kadar etkileniriz?
Sallanırız, ufak tefek giderilebilir hasarlarla atlatırız.
Peki tersinde? Yerle bir olup, hayatta isek perişanlığı yaşarız ki yakın zamanda yaşadık!
(Rabbim kimseye tekrar yaşatmasın.)
İşte "kulluk şuuru"na bu şekilde bakabilirsek belki taşlar yerine oturur..
Biz imân binasını, doğru çevrede, teslimiyet temelli, ibadet, tefekkür, şükür, dua malzemeleriyle yaparsak; gelen doğal afet hükmündeki, bizden bağımsız sarsıntılar bizi sadece sallar..
Ama temeli zayıf, zemîni çevresi kötü, şikayet, benlik, şükürsüzlük, îtikatsiz dua mazemeleriyle yaparsak en küçük sarsıntıda bile yerle bir olur, altında kalır ve o çok kullandığımız "nefes alamıyorum"lar başlar!
Şimdi deriz ki; "ee bizim zemin kötü, binada yapılmış bitmiş ne yapalım, kaderimiz mi?"
CevabıRabbimiz yine vermiş: "BİZ HER İNSANIN KADERİNİ, KENDİ ÇABASINA BAĞLI KILDIK!" (İsrâ Sûresi/13)
Bizde o çabayı gösterip, temel güçlendirmesi yapalım, binada hasar varsa tamir edelim, afet gelecek nasılsa demeden..
Ez cümle; Mevlâna hz.' nin yazdığımız dörtlüğünü ezberleyin derim..
Daraldığınızda bunaldığınızda meditasyon vs şeylere gerek kalmadan, kullardan geliyormuş diye düşündüğümüz imtihanların veya tekrar gelecek nasılsa diye ümitsizlikle beklediklerimizin dahî Allah (CC) izni olmadan olamayacağını ve bize belki ders, belki sınav, belki güçlendirme, belki ödüllendirme, belki bir hatanın telafîsi için olduğunu düşünelim..
Özellikle; "Allah istemezse yaprak mı kıpranır" cümlesini alalım..
Eşittir, isteyeceğimiz yer neresi? Sonsuzluk hazinesinin sahibi!
İki yol..
*Dua ile sınırsız hazinenin gerçek sahibinden en güzeli istemek, hiçliğimizi kabul edip benliğimiziden kurtulmak ve güçlenmek mi?
*El- muhafaza dua kabul olmuyor ki diyerek; hiç bir gücü olmayan "evrene" pozitifler yollamak veya ben başardım dedirten nefsi besleyip, tersi olunca da yıkılıp boşa kürek çekmek mi?
Düşünelim, düşündürelim inşallah..
VESSELÂM..