KENDİ PARTİSİNDE BİLE MİSAFİR OLMAK
“Adımız tabelada, irademiz kasada kaldı.”
Demokrasinin geldiği söylendiği yıllarda Bulgaristan Türklerine bir “hak” daha sunuldu:
Kendi siyasi partilerini kurma hakkı.
Büyük bir heyecanla kuruldu o parti.
Adı Türk’tü, konuşmaları Türkçeydi,
Salonları doluyordu, umutlar tazeydi…
Ama çok geçmeden anlaşıldı ki:
Bu parti Türklerin değil, Türklere rağmen kurulan bir düzendi.
Kimin Partisi Bu?
Kurucuların kim olduğu halktan gizlendi.
Listeler halkla yapılmadı,
İrade yukarıdan belirlendi.
Sahneye çıkanlar değişse de, perde arkasındaki gölge hiç değişmedi.
Köy köy dolaşanlar değil,
başkent koridorlarında yürüyenler seçildi.
Kimi istese de aday olamadı,
Kimi itiraz etti diye dışlandı.
Oysa bu parti,
zulme direnen Türk halkının öz iradesi olmalıydı.
Ama olmadı.
Çünkü bu parti,
bir proje olarak doğdu, halkın partisi olarak değil.
Türk’ün Sesi Olsun Diye Kurulan, Türk’ü Susturdu
Kendini temsil eden bir yapı sandı halk…
Ama ne dilimiz konuşuldu ne davamız savunuldu.
Camilerimiz için tek kelime edilmedi.
Tarihi mezarlıklarımız, okullarımız, Türkçe eğitimimiz…
Hepsi ikinci plana atıldı.
Bizi temsil ettiklerini söyleyenler,
mecliste sustu, makamda unuttu,
sadece seçim zamanı halkı hatırladı.
Kimliği Olan Halk, İradesi Olmayan Partide Boğuldu
Ve böylece en ağır acılardan biri yaşandı:
Kendi partisinde bile misafir olmak…
Partinin adı senin ama kararı başkasının,
Logosu Türk, ama rotası başkasının…
Ve insanlar yavaş yavaş şunu anladı:
Bu parti sandıktan değil,
masa başı mühendisliğinden doğmuştu.
Uyanışın Eşiği
Artık şu soruyu sorma vakti geldi:
> “Biz bu partiyi kurduk ama kim için?
Ve bu irade, neden bizi temsil etmiyor?”