Kameralarla dolu bir şehirde yaşıyoruz. Caddelerde, parklarda, apartman girişlerinde... Her yerde göz var. Gözetleyen, kayıt alan, saklayan. Ama nedense adaletsizlik yine kol geziyor. Suçlu yine elini kolunu sallayarak geziyor. Gariban yine eziliyor, zalim yine sırıtıyor. Demek ki mesele kamerada değil. Mesele bakmakta değil, görmemekte.
Modern dünyanın bize vadettiği güvenlik, demir kutulara yerleştirilen lenslerden ibaret. Her sokakta bir kamera direği var, ama sokakta biri yere düşse dönüp bakan yok. Her apartmanın girişinde kırmızı ışıklı bir cihaz yanıp sönüyor ama içeride yaşanan şiddeti kimse duymuyor. Çünkü kamera var, ama şahitlik yok. İnsan var, ama vicdan yok.
Gözetleyen Toplum, Ama Uykuda
Artık suçlar açık açık işleniyor. Kameraların gözleri önünde. İnsanlar telefonlarına sarılıp çekiyor, ama müdahale eden yok. En kötüsü de ne biliyor musun? Bu duyarsızlık yaygınlaştıkça, suç da normalleşiyor. Alışıyoruz. Kanıksıyoruz. “Aa bak yine biri dövülüyor” deyip hikâye izler gibi izliyoruz. Çünkü bize izlemek öğretildi, karışmak değil.
Görmek Cesaret İster
Görmek, sadece gözle yapılan bir eylem değildir. Görmek, yürek ister. Adaletsizliği görmek, üzerine gitmeyi gerektirir. Sessiz kalmamak demektir. Ama biz öyle bir çağdayız ki “karışma, başın belaya girer” öğüdü, neredeyse atasözü oldu. Herkesin elinde kayıt cihazı var ama kimsenin dilinde “dur” yok.
Halkın “seyirci” olması istendi, çünkü seyirci tepki vermez. Tepki veren, rahatsız eder. Rahatsız eden, sistemin işine gelmez. O yüzden sokaktaki adaletsizliği kaydeden çok, sorgulayan az. Çünkü ekranlar her şeyi gösteriyor ama asıl mesele gösterilenin arkasındaki sessizlik.
Kameralar Var Ama Tanık Yok
Diyelim ki bir çocuk sokakta dayak yiyor. Beş kişi izliyor, ikisi video çekiyor, biri “güvenlik çağırın” diyor. Ama çocuk hâlâ dayak yiyor. Orada biri olsa, eğilse, elini uzatsa… Belki o an her şey değişecek. Ama kimse inisiyatif almıyor. Çünkü kamera var, nasıl olsa görüntü var. Ama ne yazık ki görüntü, vicdanın yerini tutmuyor.
Adalet, bazen bir çift göz, bir çift el, bir çift söz ister. Bazen biri "Yeter artık!" desin diye bekler. Ama biz beklemeyi tercih ediyoruz. Çünkü kamera var, devlete teslim ettik sorumluluğu. “Devlet görsün, devlet yargılasın, devlet çözsün” diyoruz. Peki, ya devletin gözü de körse?
Toplumun Körlüğü: Seçici Görmemek
Bugün kameralar 7/24 çalışıyor ama adaletsizlik ekranlardan taşıyor. Çünkü toplumun çoğu "seçici körlük"le yaşıyor. Zengine yapılan yanlışı görmezden geliyor, garibanın bağırışına kulak tıkıyor. Mahallede hırsızlık olunca konuşuluyor, ama patron işçiyi sömürünce herkes sessiz. Çünkü bazı suçlar “alışılmış”, bazı insanlar ise “önemsiz” ilan edilmiş.
Oysa suç, hangi kılığa girerse girsin, suçtur. Zulüm kimden gelirse gelsin, zalimdir. Ama biz artık zalime göre taraf oluyoruz. Kameralar da aynı refleksle çalışıyor: Kimi zaman bozuk, kimi zaman "açı yetersiz", kimi zaman "görüntü silinmiş". Gören çok, gören yok.
Çünkü vicdan, içeridedir. Görmek de içeriden başlar. Bir toplumu kamera değil, duyarlılık korur. Ve duyarlılık, önce bakmayı bırakıp gerçekten görmeye başladığınızda başlar.
O yüzden soralım kendimize: Görüntü mü arıyoruz, yoksa yüzleşme mi?
Çünkü kameraların her şeyi kaydettiği bir toplumda, eğer biz hâlâ hiçbir şey yapmıyorsak… suç bizdedir. Suç, seyredenlerdedir.