Sinsice pusuya düşürülen
Ve asırlar önce bedeni işkencede unutulan
Issız bir çığlık
Ve Eylül kanayan bir çocuktum ben…
Unuttum sanılmasın;
Tanrılar tarafından zamanın kasten durdurulduğu
Ve sanki hiç bitmeyecek olan o an gibi
Bedenime inen darbelerin
Ve havada uçuşan küfürlerin
Ruhumdaki yansıması aklımda hala…
Etimi parçalayan leş kargalarının gıcırdayan sesleri
“yeter ulan, anasını, bacısını s..tiğim…Oruspu çocuğu..” “konuş, bülbül gibi öt ve bitsin artık her şey” diyen kudurmuş halleri Leşini parçalamaya doymayan sinsi bir sırtlan gibi gülerek
Ve sırtımda bir at gibi tepinerek
Islak betonda yürütmeleri beni…
Dudakları ustura ağzı
Elleri keskin bir bıçak gibi
Tenimi öpüp, okşayan rüzgârın sesi
Ve tanrıya sunulan bir armağan gibi
Bedenimi buzla tutuşturup yakan geceye
Çırılçıplak kurban edilişim benim…
Çenemin bağlarının çığ gibi kopup düşmesi
Zaptı imkânsız, takırdayıp duran dişlerim
Bedenimin enkazında savrulan kar
Ve gecenin ayazında
Ana rahmindeki masum bir bebek gibi
Titreyerek büzüşmelerim benim…
Üzerine basılmış patlamaya hazır bir mayın gibi
Ömrümün yollarına döşenen
Sınırsız acım, dinmeyen sızım
Ve Allahsız ve kitapsız ve insafsız işkenceler…
Bir parça su, bir parça ekmek, bir parça ışık
Bir ömür zindan
Her gün ölümün soğuk nefesini ensemde hissederek
Ve ölmemeye gayret ederek
İnadına sığındığım zaptı imkânsız düşlerim
Ve gülüşlerim benim…
Unuttum sanılmasın;
İçine günlerce kan işediğim zeytinyağı tenekesi
Tenekeden yükselerek genzimi yakan sidik kokusu
Ve acılarımla sarmaş dolaş
Üzerine uzandığım beton zemin
Her söz, her küfür, her hakaret
Yüreğime nakış gibi işlenen her acı
Vücuduma inen her darbe
Ve ıslak bedenimde
Kendine buldozer gibi yol açan elektriğin akışı
Aklıma derin bir mezar çukuru gibi kazıldı çünkü.
Gökalp Şentürk