Demişsek buyrun bakalım; neye, ne demişiz aslında..
Benzer cümleler hayatta yaşanılan "bize göre" olumsuzluklar üst üste geldiğinde, şikayet olarak sıkça kullanılır veya duyulur..
Eğer kişi manevî anlamda biraz daha güçlü ise, yaşanılanların Rabbimiz tarafından verildiğinin bilincindedir, o zaman bu cümleler evrilir ve;
*Ne bitmez imtihanım varmış! *Bu dünyanın bütün yükünü sanki bana yüklemiş Yaradan!
*Tamam gelen yer belli de, benimde bir dayanma gücüm var!"
şeklini alır.
Her iki şekilde de, kul memnuniyetsizliğini anlatır.
İşin bu boyutuna "ŞİKAYET" denir.
İkinci aşamada bu cümlelere şunlarda eşilik eder..
*Kime ne yaptım bilmem ki?
*Biri bana beddua mı etti?
*Kimseye kötülüğüm olmamıştı ki..
*İmtihan tamam kabul, ama ben doğru yaşamaya çalışırken; etrafımızda azgın, sapkın, günahkâr bir sürü insan veya topluluk varken, onlar niye böyle imtihan edilmiyor?
Bunlar ve benzer sorularda tanıdıktır hepimize..
Bu ise kul için sebep bulma aşamasıdır ve adı "SORGULAMA"dır.
Ve bu cümlerleri kurarak sorgulamaya başlayan kişi eğer kendini ikna edecek cevaplar bulamazsa ve imanî olarakta zayıflamışsa, bu kez bir üst perdeyi açar...
* Bundan daha kötü ne olabilir ki?
* Daha ne kaldı Allahım yetmez mi?
*Yok ben pes ettim, kabul ettim lanetliyim ben!!
*Bu dünyaya dert çekmeye yollanmışım kesin!
*Hiçbir işi mi rast gitmez bir insanın, gitmiyor işte!
*Niye ben!
Bir üstü dediğimiz bu perde açıldığında ise artık girilen yolun adı "İSYAN" olur ki; artık ciddi anlamda tehlike alarmı çalıyor demektir!
İmanî olarak zayıflamışlığın net alarmıdır bu, dikkat!!
Vee en son perdeye gelindiyse, artık cümleler en tehlikeli haldedir! (Rabbim özellikle bu boyuttan muhafaza eylesin)
*Yok ya, Allah beni unuttu, artık eminim!
* Madem unutacaktı neden yarattı?(Çok üzücü ama bu cümle malesef bir şarkı sözü...)
*Hani Allah duaya karşılık verir di?
*Dualarım nereye gidiyor bilmem ki?
*Benim duaya filan inancım kalmadı!
HATTA... ve MALESEF...
*Duanın gücüymüş, ne gücü yahu!!
*Allah beni ne zaman gördü ki?
*İşim Allah'a kaldıysa....
* Niye beni görmüyor?
*Madem beni görmüyor ve duymuyor, bende artık.........
(cümleyi tamamlamak için bile olsa devamını yazamadım...)
Evet işte bu, o tehlike alarmından sonraki en üst perdedir ve adı; "İSYAN"dır...
İSYAN İSE İNKÂRA GÖTÜRÜR!! Artık halk tabiri ile bütün perdeler yırtılmıştır çünkü..
İnkâra götüren cümleleri ise; konu anlatımı için dahi olsa yazmıyorum, yazamıyorum veya sizlere okutmak istemiyorum..
Rabbim hiç bir zaman ne söyletsin, ne dinletsin..
İnşallah bu yazdığımız cümleler kendi ağzımızdan çıkmamıştır veya hiç çıkmaz, ama illaki duymuşuzdur diyelim.. Malesef..
Bu sıralamayı özetleyerek; "ŞİKAYET, SORGULAMA, İSYAN ve İNKAR" dersek, sonrası nedir?
KÜFÜR!!!
Küfür; (haşâ ve kella) Allah'ın varlığını inkar etmektir, yok saymaktır!!
Bu şekilde kaybeden kul olmamak için, işler bu sıralamada daha en başta iken düşünelim..
Sorgu ise sorgulayalım elbet.. İnsan her daim verilen iyiyi de kötüyü de sorgulamalı, muhasebe etmeli kendini, ama edeple, adapla!! Perdeleri yırtmadan!
Sıkıntılar, hastalıklar, dertler hep var ve bizimle; yokmuş gibi davranamayız tabiki, iyi halde olma isteğide çok doğal, fıtrî bir şeydir..
Çünkü; insan nefs sahibidir ve nesimiz her daim zevk ve rahatlığa taliptir, aksi olduğunda ise vesveseye açılır..
Vesvese ise imanı zedeleyen en kötü şeydir. Bu konudaki vesvesmiz şikayetle başlar..
Tıpkı istediği olduğunda mutlu olup, olmadığında yeri göğü inleten çocuklar misali...
Mesela; anne baba olarak çocuğa verilmeyen, engellenen şeyler onun canını acıtmak için midir?
Ya da yeri geldiğinde yorulduğunu, bunaldığını bile bile onun geleceği adına sabrı, mücadeleyi öğrenmesi için, haykırışlarını görmezden gelmek?
Veya; tüm uyarılara rağmen ısrarla aynı hatayı yaptığında, "seni bir çok şekilde uyarmıştım" deyip, sonucunda canının acımasını, ders alması adına izlemek?
Çocuğunu sevmemek midir, görmezden gelmek midir?
Yoksa çocuğunun o an mutsuz olması pahasına, onu daha büyük bir mutsuzluktan veya acıdan korumak mı?
İşte bazen bu anne- evlat misâlindeki hâle düşen biz kullarına Rabbimiz;
"Olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız, halbuki o, hakkınızda bir hayırdır.
Ve olur ki, bir şeyi seversiniz, halbuki hakkınızda o bir şerdir.
Siz bilmezsiniz, Allah bilir!” (Bakara-2/216) buyuruyor!
Çocuklarımızın bilemeyip bizim bildiğimiz negatif şeyleri onlara anlatamayız bazen..
Bizi anlamaya yaşları, gelişimleri, tecrübeleri yeterli olmadığından dolayı anlayamazlar. Bu durumda genelde ne deriz? "Büyüyünce anlayacaksın!"
Yukarıda verdiğimiz Bakara sûresi 216. Ayetin son cümlesi "Siz bilmezsiniz Allah bilir!" di ya..
Rabbimizin de bize uyarısı bu mihmaldedir belki.. Ne dersiniz?
Başka bir boyuttan bakarak, zaman zaman dediğimiz; "filanca her türlü şeyi yapıyor, neden ona hiçbişey olmuyor, hep rahatta hep sefahatta? " gibi sorulara da cevap bulalım isterseniz..
Yine aynı örnekle devam ederek diyelim ki; bir anne-baba, çocuğuna küçük yaştan itibaren her türlü doğruyu öğretmeye çalışmış ama muvaffak olamamış ve çocukları artık gençlik yaşına gelmiş. Onu zarardan korumak adına hangi yolu denerse denesin durduramamış, anlatamamış olsunlar…
Bu anne baba artık o çocuğu kendi haline bırakıp, sonunda karşılaşacağı kötü sonları bilerek ve üzülerek sadece izler değil mi?
Ama çocukları "yardım et" derse sesini duyup koşacak ilkler de yine onlardır...
İşte o “her türlü günahı işeyen” diye tabir edilen kullarda belki bu laf anlamaz, isyankar, çocuk misali kendi hallerine bırakılmıştır Rabbimiz tarafından!
Günah işliyorlarsa, (bu söyleyenin yorumudur, Allah bilir.) sonunda alacakları ceza ebedi hayatta onları bekliyor!
Ama ölüm gelip çatmadan pişmanlık duyup "Affet Rabbim" dedikleri an, Rabbim yetişir imdadâ..
Kulunu bırakmaz, affeder, mükafatı belki bu dünyada belki ötelerdedir..
Çünkü; herşeye rağmen sonunda merhametleriyle evlatlarının yardıma koşan anne-babalara bahşedilmiş o merhamet duygusu, Rabbimizin kullarına bahşettiği Rahmet sıfatından sadece %1'lik payladır.. Kendisinde kalan ve bizlere gösterdiği merhametin %99'unu tahayyül edebilir miyiz?
Yaşadığımız şeyler "bize göre" olumsuz gibi görünsede Üstad'ın sözüne de kulak vererek diyelim ki; " Her şey ya bizzat güzeldir, yada neticeleri itibariyle güzeldir!"
Bu cümle bile sayfalar dolusu açılabilecek derya gibi.. Düşünelim, derinliğini anlamaya çalışalım, başka bir yazıda da açarız inşallah.
Ancak bu tek tek yazdığımız nefs söylemlerinden kesinlikle uzak durmalı, söylemiş isek bile tövbe etmeli, bize verilen her iyi veya kötü hâlin arkasında bir hayır vardır diyebilmeliyiz ki kazanan kul olabilelim..
Ömür boyu önümüzdeki bu perdelerden isyana, inkara giden yolun perdesini değil; arkasında hikmetin gizlendiği perdeleri açalım.. En azından gayret edelim, niyet edelim..
Neyin neye sebep olduğunu.. Bizim o anda canımızı yakan şeyin bizi nelerden koruduğunu.. Çok zorlukla başettiğimiz o dertletin bizi hangi alanlarda geliştirip güçlendirdiğini.. Elimizden alınan veya hiç verilmeyen nimetlerin belki bizim için tehlikeli, zararlı olabileceğini....
Nefsimize çok ağır gelse de bu şekliyle görüp, düşünebilmeliyiz...
Bir Hadis-i Şerifte Efendimiz (SAV) şöyle buyuruyor..
"İnsanlar içinde en ağır imtihana çekilenler Peygamberlerdir. Sonra sırasıyla; ilimleri ile onları takib edenler, (Alimler)
sonra onları takip eden imanı güçlü kimselerdir.
Musibetler o kimseleri devamlı tâkib eder. Nihayet o, onu bırakıncaya kadar. Böylece kul, yeryüzünde hatası olmadığı halde, (günahlardan arınmış) tertemiz yürür.” (Râmûzu’l-Ehâdîs, s. 71/Ebû davut- Buharî)
Eskiler anlatılırdı..
İmâni olarak güçlü kişiler, misal alimler evliyalar; o gün içinde başlarına bir musibet, bir zorluk vs gelmemişse, akşamında tövbe ederlermiş.. Çünkü onlar, gelen sıkıntıları "Rabbim bugün de benimle irtibattaydı hamdolsun" diye karşıladıklarından, sıkıntı olmamasını sıkıntı eder ve korkarlarmış!!
Evet; elbette biz peygamber değiliz, alim veya evliyada değiliz, ama onlara verilenler bize de örnektir.
Rabbimizin en sevdiği " habibim" dediği peygamberimize verdiği imtihanları bir düşünelim..
Acı çektirmek için miydi? İmanını test etmek için miydi? O'nu sevmediğinden miydi?
Haşa!
Biz kullarına örnek teşkil etsin diyeydi..
Tıpkı her ibadeti, her emri, her güzel hasleti yaşamıyla bize anlattırdığı gibi; dertleri sıkıntıları, hastalık ve musibetleri nasıl karşıladığını da görüp öğrenelim diye..
Daha bir çok yönüyle açın açabildiğiniz kadar..
Zira ben yaz yaz bitiremem..
Ez cümle..
Başımıza gelen her güzelliği sorgusuz ve memnuniyetle karşıladığımız gibi, sıkıntıları da aynı ferasetle karşılayabilmeliyiz.
Bunun için kâmil bir imana sahip olmalı, ve imanımızın zayıflayıp bu sorgularla bizi uçuruma götürmemesi için, onu sürekli ibadetle, şükürle, tefekkürle beslemeliyiz.
Rabbim hepimize O'ndan gelen her şeyi; Yunus Emre gibi
"GELSE CELÂLİNDEN CEFÂ,
YAHUT CEMÂLİNDEN VEFÂ.
İKİSİDE CANA SEFÂ,
KAHRINDA HOŞ,
LÜTFUNDA HOŞ."
diyerek karşılamayı, arkasındaki hikmet ve hayırları düşünüp hakkıyla sabredebilmeyi nasip etsin..
Ve bunun karşılığında da bize vaadettiği gibi; sabrettiklerimizi bu dünya için günahlarımıza keffaret, ebedî alem için de cennet vesilesi eylesin inşallah...
VESSELAM...