Tarih: 05.04.2024 08:19

Var mı içinizde samimi olan buyursun “âmin” desin…

Facebook Twitter Linked-in

Var mı içinizde samimi olan buyursun “âmin” desin…/ Vedat Kan

Üzerinde yaşadığımız bu dünya, dün daha temizdi… Bugün, pisliğine bulaşmamak için geri duran bizlerin, yarın bu pisliğin içerisinde boğulmamak için nasıl bir yol izleriz; elbette ki meçhul. Kapadığımız kulaklarımızın, gözlerimizin ve vicdanımızın kapısı aralandığında, hangi mazlumun yüzüne bakacak, hangi ezilmişin elinden tutacak ve hangi ihanet çemberinin sınırlarına dâhil olduğumuzu da maalesef yüzleşerek elbet öğreneceğiz…

Daha düne kadar dünyanın gözü önünde, hem de bir hastanede tecavüz edilerek sonrasında katledilen genç kızlar, son nefeslerine kadar “ALLAH” diye haykırırken… 

Daha düne kadar sırf oruç tuttukları için eşine, kızına, kadınına ve hatta hatta yaşlı annelerine dahi gözlerinin önünde hem de sırasıyla tecavüz ederek sözde devlet haklarını savunanların karşısında suskunluğumuzun rezaletini yaşarken, içerisinde bulunduğumuz bu mübarek “Ramazan” ayının kutsallığını bile birkaç saat evvel yaşanan seçim sonuçlarının zaferini alkol tüketerek kutlayarak hiçe sayan bir millet olduğumuz gerçeğini, nasıl inkâr edebiliriz ki?

Dün Bosna’da yaşananlara sustuğumuz gibi,

Dün Myanmar’da yaşananlara sustuğumuz gibi,

O kadar çok sustuğumuz ve sırtımızı döndüğümüz yer var ki!

Yapılan yardımların, tutulan oruçların, kılınan namazların ve dahi yapılan birçok sosyal faaliyetlerin amacına ulaştığı ve yerini bulduğu garantisini yüreğinde taşıyan var ise, ne mutlu ona; işte o, bir dağın eteğine ulaşarak açsın semaya ellerini ve bu gecenin yüzü suyu hürmetine hepimiz için af temennisinde bulunsun.

Duyduk ama duymamazlıktan geldik.

Gördük ama görmemezlikten geldik.

Ve yetmezmiş gibi bu zalim ve pislik düzenin ayakta kalması için, maddi/manevi olarak elimizden gelen hemen her türlü desteği de kendi ailelerimiz başta olmak üzere bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde sağladık.

Şu anda dahi sağlamaya devam etmekteyiz.

Kendi çocuklarımız bile bu lanetli kavmin ve uzantılarının elinde oyuncak iken, bütün bedenlerimiz bu lanetin içerisinde hapsolmuş bir vaziyette sözde nefes alıp-verirken ve attığımız her adımın sonucu bu lanetin devamı için ise “Müslüman” kelimesi, inanan biri için ne ifade eder oturup düşünmek lazım gelir…

Kendi menfaatlerimizin, nefsimizin ve dahi zevklerimizin elinde oyuncak olmuş bir vaziyette, sadece alel acele denk gelen veya müdavimi olduğumuz bir camide kılınan namaz sonrasında, ne olduğunu ve kim olduğunu dahi bilmediğimiz birilerinin eline tutuşturduğumuz üç beş kuruşun affına sığınmak ise en büyük gafletimiz olsun bizim…

Dünyanın her hangi bir yerinde açlıktan ölen Müslümanların olduğunu bildiğimiz halde, az önce çıktığımız namaz sonrasında fırında yumurtalı pide kavgasına tutuşmak,  akşama kadar çeşit çeşit yiyecek ürünlerine sırf iftar için hazırlık adı altında afakî rakamlarda harcama yaparak nefsimizin elinde oyuncak olduğumuz ve israfına sebep olduğumuz gerçeği, bizim hangi özelliklerimizin arasına giriyor?

Kardeşi aç iken, komşusu aç iken, akrabası aç ve sefil iken ve hatta borç batağında rezilliğin her boyutunu yaşar iken, kendisi yediği ekmeğin kokusunu alabilene ne sormak gerekir ve mahkeme-i Kübra da kendisine ne sorulacaktır düşünen var mıdır acaba?

Akıllara geldiğine inanmıyoruz ama yine de merak etmemek mümkün değil!

Ayaklarımızın altına sereceğimiz çok basit bir ayakkabı için bile dünyanın markası ve parasını harcamaktan çekinmeyen bizler, işin içerisine zekât ibadeti girdiğinde; kaçacak bahane bulamadığımızda, son çare olarak neden birilerinin depo artıklarını vatandaşın eline tutuşturarak reklam yapıyoruz ki? Fakir vatandaşımız; sırf ihtiyacı var diye birilerinin deposunun dibinde kalmış kırık pirinci, kurtlu fasulyeyi, envai çeşitte ismini dahi bilmediği içerisinde ne olduğu belli olmayan hazır çorbaları, adı bile doğru olarak telaffuz edilemeyen içi kurtçuk dolu makarna artığını ve yine kalmış makarnayı yemeye mecbur mu?

Normal zamanlarda kılmadığınız namazın farzı bile aklınıza gelmezken, sırf gösteriş ve reklam olsun diye birilerini teravih namazına davet etmek zaten bu dünya da bir bizde var! Kendisini gerçek Müslüman zanneden nefis budalası dolu aramızda…

Dünyanın yarısından fazlası aç, sefil ve perişan bir vaziyette birkaç saat daha nasıl fazla yaşarım hesabına düşmüşken, yaklaşan iftar saatine evine yetişmek için envai küfür ve asabiyet derecesiyle kendi insanına ve hatta evinde kendi ailesine işkence çektiren ibadet şekli bir bizde var…

Dahası mı?

Bizde o yüz kalmamış, biz utanmayız ama kalem yazmaya utanır…

Birilerinin ardımız sıra seslenerek, az önce bahsini yaptığımız alkol ile seçim zaferini kutlama yapan gençlerin bizim insanımız olmadığı, bizden olmadığını belirttiklerini duyar gibiyim; bu alkol tüketenler bizden değil ise bizim kan ile sulanmış, altında yüz binlerce şühedanın bulunduğu bu kadim topraklarımızda ne işleri var. Ülkemizi kan gölüne çeviren bu terör sevicilerinin, teröristlerin ne işi var?   

Hem de benim gariban halkımın etinden-dişinden artırarak devletinin bekası için ödenen vergilerle bu köpeklere iaşe verilip, bu insanların parasıyla beslenerek…

Hiç ama hiç samimi değiliz!

Ne Musa’ya dır bizim adımımız, ne de İsa’ya… Hâşâ Muhammed (SAV) kimsenin aklına hiç gelmesin, hangi yüzle çıkılacak ki karşısına? Senin ümmetindenim Ya Resul Allah, diyebilecek kim var ise tutsun elimizden götürsün bizi âlemlere rahmet olarak gelmiş efendimizin yanına… 

Bu gecenin kudretine, bu gecenin ruhaniyetine, bu gecenin manasına ismini veren Kur’an a yemin olsun ki samimi değiliz…

Ben samimiyim diyenimiz var ise buyursun, duasına muhtacız.

Bizi de kurtarsın.

Semaya açarak ellerini haykırarak desin ki;

Eyyy Kâinatın tek sahibi olan Allah’ım… Sana bu gecenin hürmetine inanarak yalvarmaya geldim. Hatalarımız var bilirim, günahlarımız var bilirim, ihmalkârlıklarımız var bilirim,  acizliklerimiz var bilirim, nankörlüklerimiz var bilirim, inkârlarımız var bilirim, tövbe bozmuşluklarımız var bilirim, eksik ve yanlışlarımızın yanında nefsimizin oyuncağı da olmuşuz, o nu da bilirim.

Ama bildiğim bir şey daha var.

Sen bu saydıklarımın hepsini ve daha fazlasını affedecek, tek olansın.

Var olan her şey ama her şey senin. Bizler aciz bekçileriyiz. Hataya düşüp “benim” dediğimiz yerde dilimizi lal eyle. İnsanlığımızı unutup, insafsızlık ettiğimiz yerde sen hatırlat ve insanlıktan çıktığımız bu günlerde bizi görüp-görmemezlikten geldiğimiz için, duyup-duymamazlıktan geldiğimiz için, kendi nefsimizle oyun içinde olduğumuz için daha önce uyardığın toplumlardan eyleme…

Sen ki; affedicilerin en hayırlısısın.

Affetmeyi seversin, biz aciz-biz günahkâr kullarını da affeyle.

 Sen ki; âlemlerin tek Rabbisin.

Senden başka gidecek kapımız yoktur, en azından bunu biliriz ve geldiğimiz bu kapından da biz aciz kullarını boş çevirme Allah’ım.

Bu gecenin var olmasına sebep kıldığın, senin kelamın olan Kur’anı Kerim aşkına; kâinatı yaratmaya sebep kıldığın Habibin Muhammed (SAV) hürmetine, gözyaşlarıyla sana şikâyete gelecek olan ve biz gafil kullarını sana arz edecek olan katledilmiş sabi kullarının merhametine bizleri affet.

Biz hata yaptık ve yine sana gelerek senin gazabından yine sana sığındık.

Sen, sana sığınanları şanına layık olarak karşılayansın.

Affet bizi ALLAH’ım…

Diye dua ederek bizler için de af dilesin…  

Var ise aramızda günahsız ve samimi olan buyursun işte dua. Bulsun kendisine üzerine bir damla kan düşmemiş, şehit hakkı olmayan bir karış vatan toprağı ve çıkıp üzerinde kâinatın tek sahibine yalvarsın…

Günahkâr olan hepimiz için, bütün nankörler için o sahip olduğu bütün samimiyetiyle yalvarsın.

Ve içinizde başka samimi olanlar var ise buyursun “âmin” desin…  

Sonrası mı?

Sonrasına, sonra bakarız…

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —