Tarih: 12.04.2024 06:59

Bayram Muhabbetleri 3

Facebook Twitter Linked-in

Bayram Muhabbetleri 3

 Sadece çocuklarımız mı?

Ya kendimiz!

Kendimiz kaç defa sorguladık, bir gece yarısı nefsimizi. Kaç defa aynada kendi yüzümüze bakarak, ne yaptık-neler yapıyoruz terazisine aldık yaşantımızı?

Bana kalsa hiç derim. 

Nefsimiz öylesine sarmış ki bedenimizi ve hatta ruhumuzu, her hangi bir yere canlanacak durumumuzun olmadığını göremeyecek kadar da nankörüz…

O çocukları aslında biz getirdik bu hale. 

Otobüste yanı başımızda tek başına oturan 3-4 yaşındaki çocuğumuzu kucağımız almayarak onun şımarık tavırlarını görmezden gelmemiz, en basite indirgenmiş örneklerimizden sadece birisidir. 

Bu saatten sonra sizin hangi eğitimi aldığınız veya hangi etiketleri üzerinizde taşıdığınızın hiçbir hükmü bulunmamaktadır. Çünkü bizler insanlığımızı unutalı kaç zaman oldu, onu dahi unutmuştuk. Hayat sadece ve sadece kendi penceremizden bize göründüğü şekliyle vardı ve bizim görmek istediğimiz kadarıyla devam ediyordu.  

Sadece toplu taşıma araçları mı?

Doktor kapısında sıra beklemeyi asla öğrenemedik… Sıra beklemek ve başkalarının hakkına rıza göstermek bizim hiçbir zaman işimize gelmedi. Gerçek hayatın içerisinde ekmek kavgasından kaçan bizler, hem de Ramazan ayında fırında ekmek için kavga eden ve o ekmeği bir dilim dahi yiyemeden çöpe atan tek milletiz vesselam… 

Ahhh… Nerede o eski bayramlar.

O eski bayramlar “adam gibi adam” olan eski diye tabir ettiğimiz o güzel insanlarla çıkıp gittiler. 

Hem de o bembeyaz mendillerin arasında…

Ve maalesef hayatımız da tıpkı kâğıtlaşan ve kullanılıp yerlere atılan modern mendiller gibi tek kullanımlık oldu farkında değiliz. 

Menfaat denen zincir, öylesine boynumuza dolaşmıştı ki; ne ondan kurtulabiliyorduk ne de kurtulmak istiyorduk. İşimize hiçbir zaman gelmedi onsuz yaşamak. Hep ön planda olmak, hep birilerinin pohpohlamasına ihtiyaç duymak, iltifatların yoğunluğu arasında yaşamak ve göz önünde ve göz içerisinde olmak!

Kibrimizin okşanmasına o kadar çok ihtiyacımız varmış ki. 

Ne özlemini çektiğimiz o eski bayramlar, ne de o bayramlarda yaşayan o güzel insanlar umurumuzda değildi, oysaki bizim için önemli olan tek şey; adım attığımız her yerde tek olma özelliğiydi. Kıskançlık, ötekileştirme ve aşağılama nitelikleri bir virüs gibi bütün vücudumuzu sarmaya başladığı vakit iş işten geçeli çoklar olmuştu…

Emeğe saygının ortadan kaldırıldığı ve karşılığında kuru bir teşekkürle idare edildiği ve hatta “hayır/hasenat” olarak kabul gördüğü belki de tek şehir olma özelliğine sahibiz. Kendi satışlarımızda pazarlığı ortadan kaldırıp, son fiyat olarak afakî rakamlarla karşımızdakine iteklemeye çalıştığımız aynı ürünü dörtte bir fiyatına başkasından almak için gösterdiğimiz gayreti insanlığımızı geri kazanmak için asla harcayamadık… 

Haksız kazancı özleyen ve arzu eden bir toplum olduğumuz gerçeğini itiraf etmenin dahi erdem olduğunu unuttuk. Emeksiz yemek, bizim için bir ayrıcalık halini aldı bilmem görebiliyor muyuz? 

Aldatmayı, marifet ve başarı olarak gören bir toplum olduk çıktık.

Kibri, en büyük kazanım olarak gören bir toplum olduğumuzun farkında bile değiliz.

Ötekileştirmenin, hayatımızdaki yerini tahmin bile edemezsiniz… 

Üç kelimesinden birisinin argo olduğu kaç arkadaşınız var veya kendi cümlelerinizde saklı olan argolar neler hiç düşündünüz mü?

Yolda yürürken gelişi güzel tüküren veya burnunu yere eliyle silip, aynı elini ağaç gövdesinde temizleyen kaç kişi tanıyorsunuz?

Umuma ait kullanım yerlerini tek başına kullanıp ruhu misali terk edip gidenlerimize ne demeliyiz ki? 

Birilerinin toplum içerisinde yaşamak için “sakıncalı” olduğu gerçeğini artık kabullenmek lazım gelmiyor mu? Bu aşamada diploma veya hiçbir özelliği olmayan kağıt parçalarının, sadece adım attığınız belli yerlerde hükmü olan etiketinizin ne anlamı vardı ki?

Mahalle baskısı diye aşağılayarak yok ettiğimiz en büyük zenginliğimiz sonrasında, kasıtlı ve bilinçli olarak ortaya çıkarılan “adam sendecilik” virüsünün, bizim gibi ataerkil bir toplumu nasıl bir uçuruma doğru sürüklediğinin farkına ne zaman varırız bilmem ama bu umursamamazlık özelliğimizin, yarınlarımızı çürütüp yok ettiğini görme zamanının geçtiğine inanlardanım.    

Evet, kanunlarımız iyilik yapmaya müsait değil belki ama toplum olarak yaşadığımız hemen her olumsuz şeye tepkisiz kalmak ta aynı zamanda bu kadim toplum için etik değildir… 

Gözümüzün önünde yok olup giden, zayi olup giden kendi geleceğimiz, yarınlarımızdır. 

Görmüyor musunuz, aynı evlerde yaşayan bizler anne-baba-amca-dayı ve hatta kardeş olarak birbirimizi hiç tanımıyoruz.

İçerisinde yaşadığımız sanal âlemin böyle bir şeye ihtiyacı da yoktur zaten. O yüzden tanımak ta istemiyoruz artık.

Halbuki; maddiyat hemen her zaman yenilenebilir. Tekrardan düzeltilebilir, kazanılabilir ama maneviyat kaybolduğu zaman “ahh… Nerde o eski bayramlar” der dururuz, bunu işte bunu hiç anlayamadık.

Özlediğimiz aslında eski bayram falan değildi, saf ve arı olan organik olan insanlığımızdı.

Samimiyetimiz.

Candanlığımızdı.

Kurtarabildiğimiz özelliklerimizle,

Bir sonra ki bayramlarda buluşmak temennisiyle!




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —