Cahillik artık utanılacak bir şey değil.
Aksine, göğsünü gere gere taşınan bir madalya.
Bilgi konuşunca "ukala", cehalet bağırınca "samimi" sayılıyor.
Düşünen yoruluyor, bilmeyen yükseliyor.
Eskiden "bilmiyorum" demek bir erdemdi.
Şimdi "her şeyi biliyorum" demeyen saf yerine konuyor.
Okuyan küçümseniyor, sorgulayan dışlanıyor, susan eziliyor.
En çok da bağıran haklı sanılıyor.
Bir şey bilmediğini fark etmek emek ister.
Kendini aşmak ister.
Ama cehalet zahmetsizdir; koltukta oturur, ahkâm keser.
Bilgi ise ayakta kalmak zorundadır, çünkü yük taşır.
Herkes uzman.
Herkes hâkim.
Herkes profesör.
Ama ortada bir tane bile öğrenci yok.
Sosyal medyada üç cümle okuyan fikir adamı,
iki video izleyen tarihçi,
bir başlık gören ekonomist oluyor.
Bilginin bedeli yok, cehaletin ise takipçisi bol.
En tehlikelisi ne biliyor musun?
Cahil, cahil olduğunu bilmediği için cesur.
Bilgili, bildiklerinin ağırlığını taşıdığı için temkinli.
O yüzden kürsüler boş, mikrofonlar gürültülü.
Bir toplumda cehalet özgüvenliyse,
bilgi savunmadadır.
Aklın sesi kısık, bağıranın sesi sonuna kadar açık demektir.
Sonra dönüp soruyoruz:
"Neden bu haldeyiz?"
Çünkü düşünmek zahmet,
ezber konfor,
sorgulamak risk,
itaat güvenli.
Ve aynaya bakmak cesaret ister.
Herkes başkasına bakmayı seçiyor.
Bu bir hakaret yazısı değil.
Bu bir teşhis.
Ve teşhis hoşunuza gitmiyorsa, hastalık ağır demektir.