KOMÜNİZMİN İLK TOKADI (1944–1950)
“Bir milletin ruhu, önce sessizlikle öldürülür.”
1944’te Bulgaristan’da yönetim değişti. Sovyet tanklarıyla gelen komünizm, özgürlük vaatleriyle başladı; fakat bu vaatler, kısa sürede zulme dönüştü.
Yeni düzenin ilk hedefi Türkler oldu. Çünkü Türk kimliği, hem inanç hem de kültür bakımından komünist ideolojinin karşısında dimdik duran tek duvardı.
İlk hamle, eğitimden geldi.
Türk okulları kapatıldı ya da Bulgar okullarına dönüştürüldü. Ana dilde eğitim bir suçmuş gibi gösterildi. Çocuklarımıza “Yeni Bulgar” olma masalı anlatıldı. Türkçe kitaplar toplatıldı, köylerdeki medreseler susturuldu.
İkinci hamle, inançtan geldi.
Camilere baskınlar yapıldı, imamlar gözaltına alındı.
Ezan sesini kapatmak, Türk’ün yüreğini susturmanın ilk adımıydı. Dinî bayramlar yasaklandı. Hacca gitmek hayal oldu, Kur’an okumak tehlike…
Üçüncü hamle, korkudan geldi.
Türk köylerine gece baskınları yapıldı. Halk, “devletin gözünde tehlikeli” ilan edildi. Kimliğini savunan herkes ya hapse girdi ya sürgüne gönderildi. Bazıları bir daha geri dönmedi.
O dönemde Türk halkının ruhuna şu cümle kazındı:
“Susarsan yaşarsın, konuşursan yok olursun.”
Ama bu sessizlik, aslında en ağır ölüm oldu.
Babalar çocuklarına Türkçe şarkılar öğretemedi, anneler ninnilerini yarım söyledi.
Çünkü korkunun en büyük gücü, insanın dilini felç etmesidir.
Büyük Göçün İlk Adımları
Henüz 1950’ye gelmeden, yüzbinlerce Türk evini barkını bırakmak zorunda kaldı. “Göç” dedikleri, aslında sürgündü. Bulgaristan Türkleri ilk kez “Biz bu topraklarda yalnız değiliz, yalnız bırakılıyoruz” gerçeğiyle yüzleşti.