KAYIP NESİL: 1960’LARIN KARANLIĞI
“Bir milletin kalbini çalmadılar… Onu susturarak yok saydılar.”
1950’lerde başlayan büyük baskı dalgası, 1960’lara gelindiğinde bir başka boyuta evrildi. Artık Türkleri açıkça zorlamak yerine, usul usul yok etmeyi hedefliyorlardı. Çünkü bir halkı öldürmek zor değildir — onu kendine benzetmek, zaten bitirmek demektir.
İşte o yüzden bu dönem, kaybolan neslin karanlık yıllarıdır.
Okullar Değil, Sessizlik Büyüttü Bu Nesli
Çocuklar artık Türkçe eğitim görmüyordu.
Birçok köyde “ana diliyle konuşmak” aşağılık bir davranış gibi gösterilmeye başlandı.
Köy kahvelerinde bile insanlar birbirine yabancılaştı.
Çünkü bir halkın dili gittiğinde, sadece kelimeleri değil kültürü de gömülür.
Bu dönemin çocukları ne tam Türktü ne de tam Bulgar.
Bir kimliğe doğdular, başka bir kimlikle yaşamaya zorlandılar.
Ve ne yazık ki, çoğu kendi tarihini hiç öğrenemedi.
İnanç: Evlerin İçine Sıkıştırılan Sır
Camiler çoğunlukla ya kapatıldı ya da kullanılmaz hâle getirildi.
Ramazanlar sessiz, bayramlar gizli yaşanır oldu.
Dedeler torunlarına din öğretmekten korkar hâle geldi.
Kur’an, ahşap sandıklarda, battaniyelere sarılıp saklandı.
Bir milletin duası kısılırsa, ruhu da kısılır.
1960’lar işte bu ruhsuzlaştırmanın dönemiydi.
Fişlenen İnsanlar, Bitirilen Umutlar
İmamlar, öğretmenler, köy önderleri gizlice takip edildi.
İnsanlar devletin ajanı olmaya zorlandı.
Kimin komşusu muhbir, kimin akrabası gözcü belli değildi.
Böylece güven bitti.
Komşuluk bitti.
Konuşmak bitti.
Ve halkın içinde ağır bir cümle filizlendi:
“En iyisi unutmak…”
Ama işte o unutma, en büyük kayıptı.
Çünkü 1960’lar sadece bir dönemi değil, bir hafızayı da silip süpürdü.