Tarihin derin kuyularından su çeken her millet, bir gün kendini ayakta tutan gövdeyle yüzleşir. Bizim milletimizin gövdesi, bin yıllık bir yürüyüşün siluetidir. Ve o siluet; Alparslan’ın otağından, Osman Gazi’nin duasından, Fatih’in vizyonundan, Mustafa Kemal’in dehasından süzülerek bugün Türk Silahlı Kuvvetleri’nde ete kemiğe bürünmüştür.
Bu ordu, yalnızca bir kurum değil; milletin vakarının, hafızasının ve iradesinin bayraklaşmış hâlidir.
Milletin alnındaki ter, askerinin süngüsünde parlar.
Kimi milletler ordularını dışardan alır, biz içimizden çıkarırız. Çünkü bizim askerimiz, bir emirle değil, bir inançla yürür. Onun rotasını harita değil, tarih çizer. Çünkü bu ordu, coğrafyayı korumaktan önce, milletin vakarını taşır.
Bin yıldır bu topraklarda ordunun adı değişse de özü aynı kalmıştır. Onbaşıdan komutana kadar her rütbe, sadece görev değil, bir emaneti taşımanın şerefidir. O emanet, Malazgirt’te serilen seccadeden, Çanakkale’de göğe yükselen ezandan, Sakarya’da toprağa düşen yeminlerden bugüne uzanır.
Her milletin bir ordusu olur; ama bazı milletler, ordu olur.
Bu ordu, sadece savaşta değil; barışta da sessiz bir vakar gibi milletin omzunda durur. O yüzden bizde askerlik, sadece görev değil; bir vuslattır. Giyilen üniforma yalnız kumaş değil; tarihi, asaleti ve inancı kuşanmış bir anddır.
İşte bu yüzden biz, bu orduya bakarken kışla değil, kale görürüz. İçeriden değil, içimizden görürüz. Çünkü bu milletin damarlarında akan şey sadece kan değil; direniştir, duruştur, duadır. Bu da ancak bir orduyla vücut bulur.
Asker, milletin ayakta kalan son duasıdır.
Bazen söz söylemek gerekmez. Bir nöbet, bir bakış, bir yemin; her şeyin yerini alır. Çünkü bu topraklar, sessiz kahramanların omzunda yükselmiştir. Ve onların arkasında, milletiyle omuz omuza duran bir gölge vardır: Mustafa Kemal’in kararlılığı, vakar ve vefa içinde dimdik ayaktadır.
İsimler değişir, zaman döner. Ama bazı kavramlar sabittir. Tıpkı milletin gövdesi gibi… O gövde bugün, hudutta nöbet tutan, dağda iz süren, denizde seyreden, havada izleyen; yani dört unsurda birden var olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kendisidir.
Ve unutulmamalıdır:
Bir milletin ordusu, geleceğe yazdığı mektubun zırhlı zarfıdır.
Bugün bu yazıyı okuyan bir genç, yarın asker olacak. Ve o genç, eğer geçmişin yükünü gururla taşırsa, geleceğin yükünü de omuzlayacaktır. Çünkü bu orduyu sadece asker değil, milletin kendisi var eder.
Biz bu topraklarda bir orduya değil, bir ruha sahibiz. O ruh, bize bin yıldır vatan bırakanların mirasıdır. Ve biz bu mirasa sahip çıkarken, kimseyi hedef almadan, sadece kendimizi hatırlatıyoruz.
Gürkan KARAÇAM