“Gizli tanık” dendi mi benim aklıma nedense PKK terör örgütünde kod adı “Parmaksız Zeki” olan, Türk mahkemelerinde “Deniz” kod adı ile ifadesine başvurulan Şemdin Sakık gelir.
Suçu ne idi PKK'nın bu iki numaralı teröristi Şemdin Sakık’ın: Hatırlayalım, Yıl 1993 aylardan Mart… Malatya İl Jandarma Komutanlığında acemilik eğitimlerini tamamlayan 36 silahsız, sivil kıyafetli Mehmetçik, birliklerine gitmek üzere kendilerini taşıyan iki minibüsle yoldalar… Saat 18.00, yer: Elazığ- Bingöl kara yolu Bingöl’e 13 km. uzaklıkta Bilaloğlu köyü mevkii. … Pusuda Şemdin Sakık yönetimindeki 150 PKK’lı terörist… Askerleri taşıyan araçların önü kesiliyor. PKK'lı teröristler, silahsız 36 vatan evladı ile birlikte 3 öğretmeni araçlarından indirerek rehin alınıyor ve aynı gece saat üçte 36 asker ve üç öğretmen PKK'lı teröristler tarafından Kalaşnikof, Bixi ve Kanas silahları ile kurşuna diziliyor. İlk atışlarda ölmeyenlere tekrar tekrar ateş ediliyor. Atılan 570 kurşun ile 36 askerden 33'ü hayatını kaybederken üç er öldü sanılarak oracıkta bırakılıyor.
Şemdin Sakık ile kardeşi Arif Sakık, 13 Nisan 1998 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın Kuzey Irak/ Dohuk'ta düzenlediği "Yarasa Operasyonu" ile yakalanıp Türkiye’ye getiriliyor. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından yargılanan Sakık ile kardeşi, 20 Mayıs 1999’da idam cezasına çarptırılıyor. İdam cezasının kaldırılmasıyla ömür boyu hapse mahkûm ediliyorlar.
Sonra ne oluyor? 2008 yılında bir sabah karşımıza bu eli kanlı örgüt üyesi “gizli tanık” olarak çıkıyor. Ne garip değil mi? 33 Mehmetçik ve üç öğretmenin kanını döken bu isim, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin en tepesindeki ismi, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u, suçluyor. Hem de ne ile biliyor musunuz? Silahlı terör örgütü kurmakla! Yahu, adam Türk Silahlı Kuvvetlerinin başı, Genel Kurmay Başkanı…
O zaman sordum, şimdi de soruyorum… Bu nasıl bir akıl tutulması? Bu nasıl bir hukuk tahayyülüydü ki; yıllarca dağda silah taşıyan, silahsız ve savunmasız 33 askerlerimizin, çocuklarımızı aydınlık yarınlara taşıyan öğretmenlerimizin üzerine kurşun yağdırma emrini veren bir cani; mahkemeye başvuruyor veya vurdurtuluyor ve “deniz” kod adı ile gizli tanık oluyor veya oldurtuluyor?
O dönem, adına "hukuk" denen şey, aslında çoktan kıyıya atılmış bir tekneydi ve rotasını FETÖ çizmişti. Teknenin yelkenleri de gizli tanıklarla şişirmişti. O dönem, FETÖ’nün Türk yargısını kısmen ele geçirdiği bir dönemdi. Ve gizli tanıklar… Kimin için gizliydi? Devlet için mi? Millet için mi yoksa Türk ordusunun itibarsızlaştırmak için mi? Kim veya kimler bu ihanet senaryosunun aktörleriydi?
Ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti’nin en yüksek askeri makamındaki komutanı bir cani; “silahlı örgüt kurmakla” suçlandı, Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri bunu ciddiye aldı. Ve Genel Kurmay Başkanı yargılanıp müebbet cezası ile mahkûm edildi.
Evet… Hukuk, belgeyle yürür. İddia varsa ispatı da olmalı. Ama siz, ispat yerine “gizli tanık” derseniz, üstelik o tanık bir terör örgütü mensubu veya çıkarına dokunulan bir kişi ise orada artık adalet değil, sadece kurgu vardır.
Bugün “gizli tanık” dendiğinde vatandaşın zihninde bir kuşku varsa, bu boşuna değildir. Bugün bir sanık, daha sorgusu alınmadan bir gizli tanık ifadesi ile “zaten biri ifade vermiş” denilerek peşinen suçlu ilan ediliyorsa, orada yargılama değil, yönlendirme vardır.
Düne bakarak bugünü değerlendirirsek pek çok soru beynimizi tırmalar. Öyle ya “gizli tanık” gerçekten gizli mi? Bir suçlu, cezaevinde kendini kurtarmak için “Ben tanığım!” dediyse ve buna inanan bir yargı sistemi varsa, orada hukuk işlemiyor, orada korku ve kurgu iç içe geçmiş olmuyor mu?
Bugünlerde yine “gizli tanıklık” gündemde… Yine dosyalar, ifadeler uçuşuyor. Ama halk artık eskisi kadar kolay inanmıyor. Çünkü gördü, çünkü yaşadı ve öğrendi.
Adalet, gizle, gizliyle değil; açıkla açıklıkla; belgeyle, delille doğruyu bulur. Unutmayalım ki adaleti ayakta tutan gizlilik değil, açıklık ve objektifliktir.
Hadi Önal/ 12 Haziran 2025/ Elazığ