Avrupa’nın güneydoğusunda zaman başka türlü akar. Saatler burada güneşe değil, göçlere, savaşlara ve bekleyişlere ayarlıdır. Burası sadece bir coğrafya değil, bir medeniyetin kalbinde açılmış yara izidir. Burası: Balkanlar.
Ve Balkanlar'ın kalbi, hiç şüphesiz Bulgaristan’dır.
Bu topraklar, yalnızca dağları, ovaları, nehirleriyle değil; insanıyla, hatırasıyla, acısıyla, dualarıyla yaşar.
Tuna, Arda, Meriç sadece su taşımaz; kimliği, kaybı, direnişi ve özlemi taşır.
Taşlar burada konuşur; kimi zaman isimsiz bir mezarı, kimi zaman yarım kalmış bir camiyi, kimi zaman yakılmış bir köyü anlatır. Her taş bir tarih taşıyıcısıdır.
Ve o tarih, en acı halkasını 1912-1913 Balkan Savaşları’nda yaşar.
Balkan Savaşları, yalnızca bir askerî çarpışma değil; bir çağın, bir medeniyetin ve bir büyük yürüyüşün çöküşüdür.
Koskoca Osmanlı, bir asır boyunca üzerinde yükseldiği Rumeli’den, ana damarlarından biri olan Bulgaristan’dan koparıldı.
Toprak kaybedildi, evler yakıldı, camiler susturuldu. Fakat bunların ötesinde bir şey vardı ki, bir kez yıkıldığında bir daha asla yerine konamadı:
> Medeniyet…
Çünkü Balkanlar'da kaybedilen, sadece sınırlar değildi.
Kaybedilen, birlikte yaşamanın adabıydı.
Kaybedilen, komşunun diline kulak verebilmekti.
Kaybedilen, inanca, geçmişe, kültüre saygıydı.
Ve o kayıp, medeniyetin kalbinde bir kıyamet gibi koptu.
Balkanlar’daki bu çöküş, sadece Osmanlı’nın değil, Avrupa’nın ve insanlığın vicdanının da çöküşüdür.
1914’te Saraybosna’da bir kurşunla başlayan Birinci Dünya Savaşı aslında Balkan Savaşları’nın uzantısıydı.
Çünkü medeniyet Balkanlar’da çöktü, kaos oradan tüm dünyaya yayıldı.
Bulgaristan, bu medeniyetin yitik ruhunu en çok içinde taşıyan ülkedir.
Osmanlı burada asırlarca adaletle, hoşgörüyle, sanatla var oldu.
Bu topraklarda kurulan pazarlar, yapılan hanlar, dikilen minareler yalnızca mimari değil, bir aklın ve bir ahlakın yansımasıydı.
Fakat 1912’den sonra bu izler silinmeye, unutturulmaya, yok edilmeye başlandı.
Türk’ün izi silinmeye çalışıldı, ama Balkanlar o izi toprağına gömdü, unutmamak için.
Bugün hâlâ Bulgaristan köylerinde, dağ yollarında, eski bir çeşmenin başında sessizce bekleyen bu hatıralar, yeniden uyanmak için bir ses, bir sahip, bir umut bekliyor.
Ey Türk milleti!
Balkanlar sadece geçmişin değil, geleceğin de emanetidir.
O topraklar susuyorsa, bizim konuşmamız gerekir.
Taşlar ağlıyorsa, bizim sahip çıkmamız gerekir.
Medeniyet yeniden inşa edilecekse, bu sadece teknolojide değil, vicdanda ve hafızada başlar.
Balkanlar bizim yitirdiğimiz evi,
Bulgaristan o evin kırılan kalbidir.
Ve Balkan Savaşları, sadece imparatorluğu değil, insanlığı da yıkan büyük bir suskunluktur.
Ama biz susmayacağız.
Çünkü taşların hafızası henüz silinmedi.
Çünkü bizim sözümüz, Balkanlar’daki suskunluğa bir cevaptır.
Ve çünkü biz biliriz:
> Tarih unutanı affetmez, hatırlayanı da asla yalnız bırakmaz.
Bizler “Sessizliği duyan, taşları konuşturanlardaniz…”