“Adalı’yı Mezarda Değil, Yürekte Taşıyanlar Anlar!”
Gerçekleri Bilmek Cesaret İster
Bugün yine mezarı başında toplanmışlar…
Ellerinde güller, dillerinde şiirler, yüzlerinde mahcup tebessümler…
Kameralar karşısında timsah gözyaşları döküyorlar.
Ama biz biliyoruz…
O mezar taşının altında yatan sadece bir beden değil, utanması gereken bir toplumun suskunluğudur.
Bugün Nuri Turgut Adalı’yı anıyorlar…
Ama mesele anmak değil, mesele yüzleşmektir!
Mesele şu soruyu sormaktır: Bu adam ölmeden önce neredeydiniz?
Adalı Kimdi, Siz Ne Yaptınız?
Adalı, Bulgaristan Türkleri için bir onurdu.
Bir öğretmen, bir şair, bir dava adamı…
24 yıl zindanda çürüyen bir çınardı o!
Belene’den Stara Zagora’ya kadar çekmediği çile, yemediği dayak, görmediği işkence kalmadı.
Ama o kimliğinden, Türkçesinden, inancından taviz vermedi.
“Türküm” dediği için hayatı karartıldı.
Ve sonra 1989’da Türkiye’ye geldi.
Devlet ona “Gazi” unvanı verdi.
Ama ne yazık ki sadece bir kağıtla yetindiler.
Gerçekte sahip çıkan yoktu!
BAL-GÖÇ, onu onursal başkan yapacağına, dernek odalarında görevlendirdi.
Yüreğine bastığı adamı, masasının kenarına itti!
Ama biri çıktı, yüreğiyle yürüdü: Salı Şaban.
Adalı’yı aldı, tekrar Mestanlı’ya götürdü.
Ev verdi, maaş bağladı, sıcak yemek yolladı.
Her hafta görüşüp, fikir danıştı.
Bir milletin büyüğüne böyle yakışırdı.
Ve Sonra Ne Oldu? UTANÇ!
Belediye HÖH’e geçti.
Sözde Türk partisi!
İlk işleri neydi biliyor musunuz?
Nuri Adalı’nın maaşını kestiler.
Üç öğün yemeğini durdurdular.
Ve utanmadan dediler ki:
“Oturduğun belediye evini boşalt!”
Evet, 24 yıl zindanda yatan, halkı için canını veren bir kahramanı,
sokağa atmaya kalktılar!
Adalı yalnız kaldı…
Evinde, sessizce öldü.
Birkaç gün sonra ölü bedenini buldular!
Ve şimdi utanmadan,
Onu mezarı başında anıyorlar!
Görüyor musunuz rezaleti?
Ey Gençler! Sakın Kanmayın!
Bugün onun mezarında dizilen o kalabalık var ya…
O sözde sahip çıkanlar…
Onlar Adalı’nın yalnızlığının baş mimarlarıdır!
Her şiir okuyana, her konuşma yapana inanmayın!
Çünkü gerçek sadakat, ölümden sonra gelen gül değil, hayattayken tutulan eldir!
Bugün “Bizim büyüğümüzdü” diyenler,
O büyüğün gözlerine bir bardak suyu bile çok görenlerdi.
Nuri Turgut Adalı’nın vasiyeti şuydu:
“Benim mezarımı kalabalıklar kaldırmasın…
Dört inanmış adam yeter bana…”
Ve o dört adam vardı.
Ve hâlâ var!
Gerisi figüran!
Her yıl dönümünde, mezarı başında yapılan dualar, anma programları, sempozyumlar güzeldir elbette…
Ama asıl anmak; onun bıraktığı şu mesajı kalbimize mühürlemektir:
“Türküm diyorsan korkmayacaksın.
Kimliğini yaşatmak istiyorsan bedel ödemeye hazır olacaksın.
Zulüm karşında susarsan, yarın çocuğunun dili bile koparılır.”
Bu söz onun değil mi?
Adalı’yı Anmak mı İstiyorsunuz?
O zaman sahte anmalarla değil,
gerçeklerle yüzleşin!
Adalı’nın evini elinden alanlara karşı çıktınız mı?
Maaşını kesenlere bir çift laf ettiniz mi?
Onu zindana atanlara öfke kusabildiniz mi?
Eğer bunları yapmadıysanız,
mezar başındaki pozunuz bir tiyatrodan ibarettir!
BULTÜRK ve Vefa: Siyaset Değil, Şuur!
BULTÜRK Derneği olarak,
Adalı’ya sahip çıkan tek belediye başkanı olan Salı Şaban’ı,
2011’de Türkiye’de ilk Türk Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterdik.
Çünkü biz siyasette şov değil, vefa arıyoruz!
Ve şunu haykırıyoruz:
Adalı bir isim değil, bir izdir!
Adalı bir adam değil, bir ahlaktır!
Adalı bir mezar değil, bir dava feryadıdır!
Son Söz Değil, Son Tokat!
Bu yazı bir anma değil,
Bir hesaplaşma!
Bir uyarı!
Bir tokat!
Gül bırakmakla kahraman olunmaz.
Gerçekleri susarak örtmeye çalışanlar,
Yarın Adalı’nın mahşer gününde vereceği hesabı da unutmasın!
Gök Biliyor, Toprak Saklıyor!
Bugün biz susuyoruz belki…
Ama toprağın altı konuşuyor!
Adalı’nın hatırası hâlâ diri…
Biz biliyoruz:
“UNUTMADIK, UNUTMAYACAĞIZ!”
“SAHİPSİZLİĞİN DESTANINI YAZAN ADAMI, SAHİPSİZ BIRAKMAYACAĞIZ!”
Allah rahmet eylesin!
O bir isimdi…
Ama biz onu bir dava gibi taşıyoruz!
Rafet ULUTÜRK
BULTÜRK Derneği Genel Başkanı
Bulgaristan Türklerinin Vicdanı Adına Yazılmıştır.
Nuri Turgut Adalının şiirlerinden
ZİNDANDA
Pek nahoş çehreler çevremi sardı,
Söndü bak ışığım, ufkum karardı!
Kelebek gönlüm hiç yaşar mı gülsüz?
Zindanda geçer mi ömür bülbülsüz?
Münferit bir mezar biçimi oda,
Tad kalmadı aşda, ekmekte, suda.
Zehirli bir oktur o kem bakışlar
Nasıl geçer burda yazlar ve kışlar?
Bahar çiçekleri uçtu gözümden,
Anlayan yok gibi sanki sözümden!
Gömüldüm pek kara düşüncelere,
Alışmak gerektir işkencelere!…
Hele bir gün yurtta olacak sabah,
Benim de gönlümde dinecek bu ah!…
*
KÖYÜM
Güllerin ve gülen yüzün bir yana
Kırlarda eşek dikenlerini özledim
Evladımın gülüşü, şen türküsü bir yana
ağlamasını da özledim
Bir kıyısından geçen çayı değişmem
Cennet ırmağı ile …
Gönlümün sesi mümkün olsa da gelse dile
Seni soruyorum güneyden esen her rüzgara ;
hasret kaldım tırmandığım yamaçlara..
Gümüş sularında yıkandığım dereler
hep öyle çağlayarak akar mı ?
Suların aynasında sevgilim ağlayarak
ay’a, yıldızlara bakar mı ?
O mehtaplı geceler gönlümün cennetiydi.
Baharın getirdiği çiçekler
o cennetin ziynetiydi..
Tatlı tatlı meleyen kuzular,gül yanaklı kızlar neşe saçar mı köyüm ?
Senin kucağındaydı gerdeğim, düğünüm! …
Doyamadım ne sevgilime, ne sana,
ömrüm geçti zindanlarda
Köyüme, sevgilime yana yana…
Ziyanı yok, ko ben menfalarda çürüyeyim
Yeter ki bir gün seni AZAD göreyim…
/1966