10347,13%0,15
40,17% 0,23
47,07% 0,10
4335,23% 1,21
6900,45% 0,99
Dünya susarken, siviller konuşuyor. Ama dilleriyle değil, cesetleriyle. İsrail’in İran’a yönelttiği vahşi saldırılar karşısında kimileri çıkıp hâlâ “Ama İran da çok zayıf kaldı“, “Ama İran istihbaratı uyudu“, diyerek “İran bu saldırıyı hak etti” demeye getirebiliyor.
Peki sorarım size: Uyuyan bir ordu, uyuyan bir istihbarat, pijamalarıyla horlayan bir genelkurmay başkanı… Bunlar gece uykusunda öldürülen bir annenin bahanesi olabilir mi?
“Bir ülke hata yapabilir, ama bu hata üzerinden sivilleri cezalandırmak, medeniyetin değil vahşetin göstergesidir.”
Evet, İran zayıftı. Evet, Mossad gelip içeriye kadar sızmış, hatta küçük bir drone fabrikası bile kurmuş. İran istihbaratı bunu fark edememiş olabilir. Ama bu zafiyet, yüzlerce insanın cansız bedenine neden olan füzeleri meşrulaştırmaz.
“Zayıf olmak suç değildir. Ama zayıfa saldırmak, insanlık suçudur.”
Güce tapanlar, sürekli olarak şu cümleyi kuruyor: “Güçlü olacaksın, mızmızlanmayacaksın.” Hayır! Güç, vicdanın yerine geçtiğinde barbarlık başlar. Güç kutsallaştırıldığında, ahlak kurban edilir. Bugün Filistin zayıf olduğu için yerle bir ediliyor. Yarın başka bir halk, başka bir coğrafya aynı akıbete uğrayabilir.
“Mazlumu güçsüzlüğüyle yargılayanlar, zalimi gücüyle alkışlamaya mahkûm kalırlar.”
Birileri çıkıp diyor ki: “İran hak etti.” O zaman soralım: Srebrenitsa’daki Boşnaklar da mı hak etmişti? Ruanda’daki Tutsiler, Darfur’daki çocuklar, Halepçe’de gazla boğulan Kürtler… Onlar da mı zayıf oldukları için cezayı hak etti? Bu mu sizin adaletiniz?
“Bir milletin gücüne değil, bir annenin gözyaşına bakın. Orada insanlığın asıl terazisi yatar.”
İran’ın zaaflarını konuşalım, evet. Ama Filistinli çocukların parçalanmış bedenlerini konuşmadan gücün kutsallığından söz etmek, kana methiye düzmekten başka bir şey değildir. Çünkü bir yerde bir çocuk öldürülüyorsa, orada bütün insanlık ölmüştür ve bir çocuk öldürüldüğünde, sadece gelecek değil, Allah’ın insana emanet ettiği en büyük değer olan vicdan da gömülür toprağa.
“Güç hak doğurmaz, ama ahlak haklı olanı güçlü kılar.”
Uluslararası hukuk, kağıttan kaleler gibi yıkılmamalıydı. Anlaşmalar, sadece güçlülerin işine geldiğinde uygulanmamalıydı. Eğer kurallar sadece zalime hizmet ediyorsa, o kurallar artık kural değil, kurgudur. Ve bu kurgular üzerinden büyüyen kin, yarın karşımıza bir değil, bin Hitler olarak döner. İnsanlığı sarsacak yeni bir tiran, işte bu kin toprağında büyür.
“Vicdanı çürümüş bir çağ, teknolojik olarak ileri olabilir; ama ahlaken ilkeldir ve hala ortaçağdadır.”
Ey insanlık! Güçlü olmak değil, zalim olmamaktır marifet. Ordusu olmayan ama hâlâ kalbi olan halklar var, Füze yapamıyorlar belki ama mezar taşlarına yazdıkları dua, bu dünyayı hâlâ yaşanabilir kılabilecek yegâne şeydir.
“Güç değil, merhamet kurtaracak bu dünyayı. Çünkü bombalar susar; ama annelerin çığlıkları, çağları yırtar ve güç, erdemin zırhı değilse; tiranlığın kılıcından başka bir şey değildir.”
Ayrıca son günlerde bazı köşe yazarlarının kaleminden dökülen kelimeler, insanın içini sızlatıyor. Diyorlar ki:“İran laik değil, kadınlara hak vermiyor, mankenler tesettürlü, özgürlük yok… O yüzden İran bu saldırıyı hak etti demeye getiriyorlar.”
Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır, sevgili okuyucu? Bir milletin siyasi rejimi, kadın hakları konusundaki sorunları ya da sosyal yapısı, o milletin çocuklarının bombalanmasına, sivillerin paramparça edilmesine gerekçe olabilir mi?
“Adaletsizlikle mücadele etmek başka, soykırımı meşrulaştırmak başkadır.”
Evet, İran’da kadınlar birçok alanda kısıtlanıyor olabilir. Eleştirelim, karşı çıkalım. Ama bir annenin çocuğunun başında yaktığı ağıda “hak etti” diyebilir miyiz? İran laik değil diye; çocukların, kadınların, sivil halkın İsrail füzeleriyle yok edilmesine ‘oh olsun’ diyebilir miyiz?
“Rejimleri sorgula, ama çocukları yargılama.”
Unutmayalım: İran’a yapılan saldırılarda vurulan yer bir kışla değil, bir müze değildi. O füzeler bir ideolojiye değil, bir millete, doğmamış çocuklara, yaşlılara, sokaktaki insanlara, hayatın ta kendisine düştü. Sadece bombalar inmedi o şehirlere; insani değerlerin de üzerine beton döküldü.
“Bir halkın uğradığı vahşeti rejimle, çocukların kaderini siyasetle yargılayanlar; insanlık sınavında sınıfta kalmışlardır.”
Ve evet, İran’da istihbarat zaafları vardı. Mossad içeriye sızmış, küçük bir drone fabrikası kurmuş, fark edilmemiş… Genelkurmay başkanı pijamalarıyla uyuyormuş… Doğru olabilir. Ama hiçbir istihbarat zafiyeti, savaş uçaklarının çocukların üzerine ölüm taşımasını meşru kılamaz.
“Zayıf olmak ayıptır diyorsanız, güçlü olmanın ahlaksızlığına da susmayın.”
Bir halkı ideolojik kıyafetle yargılamak, onun canını değersiz görmek demektir. İran’da mankenler kapalıymış, peki bu örtü çocukları, kadınları bombalama hakkı mı veriyor size? Ne tuhaf… Bir çocuğun başörtüsüne takılanlar, o başörtünün altındaki baş paramparça edildiğinde sessiz kalıyor. İşte o sessizlik, yalnızca korkaklık değil; insanlıktan nasibini almamışlığın belgesidir.
“Özgürlük adına savaş açanlar, özgürlüğü cenaze namazında bulmasın istiyorsak; vicdanla yürümeliyiz.”
Uluslararası hukuk; güçlü devletlerin işine geldiğinde hatırlanacak bir dosya değil, zayıf halkların son kalesidir. Eğer bu kale de yıkılırsa, dünya artık sadece kazananların mezarlığına döner. Ve her “oh olsun” cümlesi, yeni bir barbarlığı büyütür içimizde.
“Kinle yazılan yazılar, zalimin füzelerine kılavuzluk eder.”
Bu çağda hâlâ sivilleri hedef almak, kadınların bedenlerini savaşın cephe hattı yapmak, çocukları birer stratejik hamle gibi görmek… Bu barbarlıktır! Ve en acısı da bazı kalemlerin, bu barbarlığa kılıf dikmesidir.
Unutma sevgili okuyucu: Savaşın bir mantığı olabilir ama vicdanı yoksa, o savaş katliama dönüşür. Güçle kutsanan her vahşet, insanlığı bir adım daha mezara taşır.
“Tarihe kahraman olarak geçenlerin değil, susanların gözyaşı boğacak bu çağın aynasını.”
Sevgili okuyucu, biz gücü değil, erdemi yüceltmeliyiz. Güçle haklılık değil, ahlakla insanlık inşa edilir. Ve son söz şu olsun:
“Güç tanrılaştırıldığında, insanlık kurban olur. Gücü sınırlandıran ise sadece ahlaktır.”
Gürkan KARAÇAM