10331,31%1,61
40,07% 0,06
46,96% 0,01
4273,80% 0,18
6833,05% 0,21
Boş beşik…
Kurban Bayramıyla birlikte başlayan, gözle görülür bir erime, çözülüş var…
Hani diyorum bu şehre yaz gelende…
Okullar tatil olanda…
Şehrin nüfusunun büyük bir bölümü köylerine, ilçelerine ve hatta başka illere gittiğinde baş başa kaldığımız bu milli duygu kadim yalnızlığımızın (!) daha bir farkına varır olduk iyimi!
Ve bu sahte kalabalığımız çekilince gördük ki, içimizde ki birileri; dokuz aylık kıt akıllarıyla, binlerce yıllık bu kadim şehrin aklını bir tutarak, sözüm ona şehircilik, STK cılık, kurumsal/kurumculuk oynamaktadırlar.
Veya öyle zannedildiğini, zannediyorlar…
Nasıl olsunlar ki?
Kendilerini dev aynasında gören bu dokuz aylık kardeşlerim; kendileri olmayınca bütün işlerin ber-i berbat olacağına, hiçbir işin yol alamayacağına ve hatta hatta tek doğrunun kendilerince idrak edilebileceğine o kadar çok inanmışlar ki, kendi adımlarından kaynaklı yapılan hataları bile başkalarına fatura ederek işin içerisinden çok rahat bir şekilde çıkabilmektedirler.
Nasıl olsa alışkın olduğumuz sınırsız tüketim faturaları bu şehir tarafından âmâsız/lakinsiz/fakatsız/sözsüz ödenmektedir! Yoruma dahi mahal vermeden…
Bu yüzdendir ki; çok güzel niyetlerle çıkılan tüm yollarımızın, tüm gayretlerimizin bu “her şeyden anlayanlarımızın” ve zanla yaşayanlarımızın sayesinde hüsrana dönüştüğü zamanlarımız, hiç te azımsanmayacak kadardır.
Dikkat ediyoruz da bu şehirde işinin ehli olarak görev yapanların sayısı, bir elin parmak sayılarını geçmemektedir.
Bu yüzden de birçok işimiz askıda, birçok çalışmamız planlamada, birçok hayalimiz Kaf dağının ardında ve birçok umudumuz ufuk çizgisinde kaybolup gitmiştir.
Verilen vaatlerin sonucuna bakıldığı zaman; bitmeyen, tamamlanamayan, masaya dahi getirilemeyen, söz konusu bile olmayan, yani hayaline dalamadığımız tüm çalışmalarımızın akıbetinde bu durum yatmaktadır.
O yüzdendir şehir olarak yarım kalışımız; o yüzdendir şehir olarak başkalarına, başka şehirlere imrenişimiz ve o yüzdendir bu şehirde hep vaatlerle yaşamamız.
Tıpkı şehrimiz gibi bomboş kalışımız…
Özümüzde ise liyakat sorunumuz var bizim, nesini anlamıyoruz ki?
Durumu tek bir örnekle geçiştirmek gerekir ise çok değil daha geçenlerde Trabzon’da raylı sistem için düğmeye basıldı.
Biz halen daha şehri bir baştan bir başa kadar yarıp geçen ve bir gün içerisinde bir kaç dakikalığına kullanılan ve sonrasında tıpkı bu şehir gibi “bomboş” yatan demir yoluna onlarca yıldır bakıp, hayal dahi kuramıyoruz.
Ki,
Biz halen daha bu şehrin tek kurtuluş umudu olarak gördüğümüz “Kentsel Dönüşüm” çalışmasının, gerçek anlamda farkında bile değiliz.
Ve maalesef,
Biz halen daha 2025 Turizm Başkenti olayını, Ankara’nın başkentliğine eş değer olarak görmekteyiz.
Hem de bir masal dünyasında yaşayarak.
Değil mi ki,
Biz halen daha 1. veya 2. Organize Sanayi Bölgesine, yüksek güvenlikli “depo” mantığıyla bakarak, şehir dışında bulunan ağababalarımızın mallarını nereye istifleyebilirimin hesabını yapıyoruz. Bu konuda bile ahbap çavuş ilişkileri halen daha yürütülüyor ve maalesef ki bunun bile farkında değiliz.
At gözlüklerimizden kurtulup bir anlığına dahi olsa etrafı seyre daldığımızda göreceğiz ki;
Birçok açıdan ele alındığı zaman biz halen daha bu şehirde lale devri hovardalığında yaşıyoruz, farkında değil misiniz?
Çünkü biz halen daha ilçelerimiz dâhil olmak üzere, elimizde olan gerçek değerlerin farkında dahi değiliz.
Ki; ilçelerimizde dolaşan efsane dillendirmelere bile çoğunlukla kulak tıkamış durumdayız.
Oltu’da neler oluyor? Kime ne oldu ve ne için, nerede? Duymuyorsunuz değil mi?
Şenkaya’dan hiç haberiniz oldu mu?
Çat’ta ki bu ölüm sessizliğini nasıl yorumluyorsunuz?
Tortum her geçen gün kan ve toprak kaybederken, birilerinin ciddiye alınması gereken bu çok önemli gündemi, bir mirasyedi hovardalığında çarçur etmesi; sizi, hiç mi rahatsız etmiyor?
İspir veya Pazaryolu adlarıyla, kimlikleriyle, sorumluluk paylaşımlarıyla bu şehrin her kaleminde varken, bazı siyasi adımlar dışında aramızda maddi veya manevi olarak neden yoklar?
Sanki de, Rize yanı başlarında bir yerlerden göz mü kırpıyor ne!
Veya daha mı kolaylarına geliyor?
Hiç merak ettiniz mi, bu her türlü uzaklığın (!), bu kadim yalnızlığımızın müsebbibi kim?
Bu şehrin bir Karaçoban’ı, Tekman’ı ve dahi kara yazgısı gibi bir Karayazı’sı var…
Tıpkı bu şehrin boş olduğu gibi boş olan!
Bile isteye boşaltılan…
Belki de;
Bu şehirde inatlaşmaların, küsmelerin, hayıflanıp-intikam peşine düşmelerin, ayak kaydırmaların, ego tatminlerinin ve başkalarının ağzıyla iş görmelerin yoğunluğu bu yüzden olsa gerek.
Bu şehir; gecesini gündüzüne katarak çalışan üç-beş kişiyle kalkınacak zannında olan kim var ise bu hayalden geri dönerek bir an önce uyanmalıdır.
Tabi ki birleri de asli görevlerine ciddi bir dönüş yaparak…
Sonrasını bilmem ama görünen odur ki, biraz daha sessizliğe ihtiyacımız var.
Bu boş beşik içerisinde sanki de birileri halen daha uyuyor mu ne?